UZUMLULUASiK
  FERDİ
 













   

FERDİ TAYFUR'UN ANILARI

1945 Yılında Adana'nın Hürriyet Mahallesi 381. sokakta Nezihe ablanın tek gözlü kerpiç evinde dünyaya geldim. Benden önce Tayfur isimli kardeşim varmış ve altı yaşından zehirli sıtma hastalığından kurtulamamış ölmüş. Şimdi 4 kardeşiz. İkisi kız İkisi erkek. Benden büyük bir ağabeyim var adı Sermet. Küçüklerim ise Nafia ve Nerime, Annemin adı Şerife, babamın adı ise, Beyköylü Cumali.
 

"BEN BEYKÖYLÜ CUMALİ'NİN OĞLUYUM..."

Sonradan annem anlatmıştı. Eğer ağabeyim Tayfur ölmeseymiş, belki de ben şimdi dünyada olmayacıkmışım. Öylesine yoksul bir durumdaymış ki ailem o yıllar, beni doğurmak istememiş annem. Aldırmayı kafasına koymuş. Ama babam kendini içkiye vermiş oğlunun ölümü nedeniyle. Ve anam da o ızdırapla beni karnında unutmuş. Zorunlu olarak doğduğum zamanda , ölen oğullarının adının önüne bir Ferdi eklenmiş, şimdiki kimliğime kavuşmuşum.
Altı yaşındayken babamı kaybettim. 29 yaşındaki ''Beyköylü Cumali '' beni , 3 kardeşimi ve annemi terkedip göçtü bu dünyadan. Şimdi hayal meyal anımsıyorum babamı. Ve hiç aklımdan çıkmıyor o dev yapılı efsane kahramanı babam. Özlüyorum ve sık sık rahmetli annemden, henüz tanıyamadığım babamın öyküsünü dinlemek istiyorum. Ama ilk sözcüklerle birlikte ağlamaya başlıyor. Sonra pişman oluyorum annemi üzdüğüm için. ''Dur anlatma anam ağlama söz bir daha babamı sormayacağım sana'' diyorum.
Bir yandan hıçkırıklara boğulan anam, yinede susmak bilmiyor ve kesik kesik cümlelerle başlıyor ''Beyköylü Cumali'nin'' öyküsünü dile getirmeye:
''Baban toprağı olmayan, cebinde beşparasız bir köylüydü. Birbirimizi delicesine severek evlendik. Hapisten henüz çıkmıştı. Bir düğün gecesinde göz göze geldik ve beni istetti. O denli mert bir insandı ki, tüm çevre halkı ona sığınırdı. Bilekli ve yürekliydi. Zaten hapisede o yüzden düşmedi mi? Halasının kocası askerdeyken halasına bir adam musallat olmuş. Cumali'ye haber salmış kadın.'' gel beni bu adamın elinden kurtar'' diye. O da bıçağı kaptığı gibi adamın peşine düşmüş. Ve bıçaklamış. Karınca bile incitmezdi ama, namusuna da düşkündü. Namusu için dünyayı yıkardı. Tabii Jandarmalar hemen tutuklayıp hapise atıyorlar. Bir kaç yıl yatıp çıkıyor. Çıkar çıkmaz da evleniyoruz. İşte o gün bugündür de namı ''Beyköylü Cumali'ye'' çıkıyor.
Sonra evliyken askere çağırıyorlar. Sen o zaman 4 yaşındaydın. Hatırlamazsın, baban çok senden ayrı kaldığına üzülerek gitti askere. Hiç unutmam sabah erkenden kalkıp seni uyandırdı ve dakikalarca sarılıp sarılıp öptü.

YOKSULLUKLA İLK TANIŞMA...


''Bu çocuğa iyi bak ileride büyük adam olacak hanım'' diyerek tahta bavulunu alıp yola koyuldu Arkasından su döktük. Sen uykulu gözlerle babana el salladın. Neden sonra bir ağlamaya başladın ki susturabilene aşkolsun. İlle ''baba baba'' diye tutturmuştun. Komşular, akrabalar güçlükle susturdular seni.
Her akşam seni ve ağabeyini alıp gezmeye götürürdü baban. Sen mi yoksa Sermet mi , bilemiyorum, geçmiş gün unutmuşum. Bir gün bir oyuncakçı dükkanında bir kamyon görmüşsünüz. Ayrılmak bilmemişsiniz dükkanın vitrininden. Çekiştirip duruyormuşsunuz babanızı ''kamyonu al'' diye. O gün Cumali eve geldiğinde yüzü sapsarı, gözleri öfkeden fırlayacak gibi... O dev yapılı adam adeta çocuk gibi ağlıyordu karşımda. Lanet ediyordu böyle hayata böyle yaşamaya. Sizlere o kamyonu alacak parası olmadığı için sabaha kadar uyuyamadı. Sigara üzerine sigara yaktı. Gezinip durdu odanın içinde. Bir ara yanınıza gelip ikinizi de okşadı, saçlarınızdan. Ay ışığı tam Cumali'nin üzerine vurmuştu. Hani musluktan su damlar ya, işte öylece gözlerinden yaşlar damlıyordu, yanaklarınız üzerine. Sizler ise mışıl mışıl uyuyordunuz.
Bana dönüp ''şu küçümenlere bak. Kim bilir belkide rüyalarında o kamyonu görüyorlardır şimdi. Allah belasını versin bu kahpe dünyanın. Ahh! sefil para. Rezil ettin beni be !''
''Hadi yatsana artık Cumali Efendi. Yarın ola hayrola. Çocuktur onlar isterler. Ne üzüntü ediyorsun kendine''
O hala ''Niçin, niçin ?'' inliyor, haykırıyordu. Onu izlerken yüreğim parçalanıyordu.
Benim de içimi bir hüzün kaplamıştı. İnsan bazen öyle oluyor ki, yoksulluğu unutuveriyor. Sanki Allah buyruğuymuş gibi herşeye razı gösteriyor. Ama çaresizliğe düştüğün zaman da isyan ediyorsun, yumruklarını havaya kaldırıp onulmaz acını göğe doğru yükseltiyorsun.
İşte böylesi bir garipliğimiz vardı Adana'da.
Anamın nasırlı ellerini iki elimin arasına almış öpüyordum. Tarnısal bir anlam kazanmıştı yüzü. Saçlarının ak telleri gözlerinin üzerine düşmüş, tere ve yanaklarındaki ıslaklığa yapışıp kalmıştı. O anda odaya ilk kızım Tuğba girmişti. Kucağında yığınla oyuncak vardı. Getirip hepsini odanın ortasına döktü.
''Allah bunlara yoksulluk göstermedi. Ey büyük Allah, sen ne kadar Kadirsin. Beni şu yavrularımdan ayırma'' diyerek duvalar etmeye başlamıştı rahmetli anam.
O kadar büyük sarsıntı geçiriyordu ki, karşımdaki yaşlı kadın bu duruma son vermek istiyordum. Ama o bir defa başlamıştı anlatmaya. Öyküyü yarıda kesmek adeta babama ihanet gibi geliyordu. Bir süre sustu. Tuğba'nın yanına giderek onu sevip okşamaya başladı...

TAYFURUN ANILARI

Dışarıda hafif bir rüzgar vardı. Perdeler bayrak gibi dalgalanıyordu. Bir sigara yakıp pencerden dışarıya bakmaya koyuldum. Deniz gülüyordu adeta. Güneş aydınlattığı için, deniz de onun coşkun bir sevinç içindeki ışıklarını yansıttığı için mutluydular. Uzaktan anamla (rahmetli) kızıma bakıyordum. Biraz önceki o acılı yüzün nasıl sevince ve şefkate dönüştüğüne hayret ediyordum. Sürekli kucaklayıp öpüyordu babaanne torununu.
Benim için ne kadar dokunaklı ve mutlu bir tabloydu. Seyrine doyum olmaz ilahi bir gösteriydi bu candan sarılış ve öpüşler.
''Şimdi baban yaşasaydı da görebilseydi şu kızı. Ne kadar çok severdi. Ahh! körolasıca talih. Ona o bıçağı saplayan eller, iki dünyada da rahat yüzü görmez inşallah'' Tüm bunları söylerken dişlerinin çatırtısını duyuyordum. Geçip yerine oturdu. Eliyle işaret ederek beni yanına çağırdı rahmetli annem.
''Ferdi gel de devam edeyim. Baban çok yiğit adamdı.''
Daha öncede dinlemiştim bunları. Artık dinlemek istemiyordum. Çünkü annemden kuşku duyuyordum. Kaygılandım. Birkaç kez önemsiz de olsa kalp rahatsızlığı geçirmişti. Ayrıca bende çok bunalıyordum.
Çünkü biliyordum ki, öykünün en acıklı bölümü başlayacaktı. Benim de yaşadığım ve gözlerimin önünden gitmeyen babamın hazin ölüm hikayesini anlatacaktı. Kanlar içinde ve vücudu dört bir yandan bıçaklanmış babamı görür gibi oldum birden. Yüreğim sıkıldı, burkuldu. O ne olağanüstü bir manzaraydı. Ve ben o acıyı yeniden yaşıyacaktım. Mecburdum buna. Annemi kırmak istemiyordum. Bağrıma taş basıp dinleyecektim. Çünkü nede olsa anlatılan babamdı ve anlatanda canım kadar sevdiğim annemdi.



''Askere gitti baban. İzmir'deydi. Kız kardeşlerinden Nafia, o askere gider gitmez, Nerime ise daha sonra dünyaya geldi. O ne sıkıntılı günlerdi. 2 bebek ve 2 de küçük çocukla yaşam mücadelesi veriyordum. Sizleri yanıma alıp, kardeşlerinizi de sırtıma bağlayıp, pamuk tarlalarında çalışıyordum. Elime geçen birkaç kuruşu sizlere harcıyordum. Çünkü ben açlığa alışmıştım. Sizlerin yiyeceği maması önemliydi. Baban, yıllık izine geldiğinde o da tarlalarda çalışıyor, rençperlik yapıyordu. Bütün amacı, beş on kuruş para kazanıp bana giderken bırakmaktı. Sürekli sizleri doyasıya sevememekten yakınıyordu.
Çünkü sabahları erken kalkıp kendisini tarlalara götürücek traktörlere yetişiyordu. Siz uykudayken gider, gecenin geç saatlerinde yine siz uyurken dönerdi. Hayatın bütün yükü omuzlarımıza çökmüştü sanki. Baş döndürücü bir hızla yuvarlanıp gidiyorduk bilinmedik yerlere. Hiç bir kimse de elimizden tutmuyor, dertlerimize bir çare getirmiyordu. Ama, sanki onlar bizden farklı mıydılar? Mahallede hep birdik ve aynı yazgının tutsağıydık. Baban'la dertleşirdik gecenin geç saatlerinde. Ben yatağa uzanır, o da ayak ucuma oturup asker sigarasını yakar, elimi tutar, askerlik anılarını anlatırdı. Gün ışıyana kadar hiç uyumazdı. Beni de uyutmazdı.'' Bizden geçti Şerife, şu cocukları bari kurtarsak'' derdi devamlı... Ama kimi nasıl kurtaracağından da hiç söz etmezdi. Çünkü onları okutacak parası yoktu. Bu da onu kahrediyordu. Zaman zaman cebinden bir cüzdan çıkartıp fotoğraflarımızı gösterirdi. Bu da olmasa şu askerlik çekilmez'' derdi.
''Hadi, hadi'' derdim. ''Askerliğe kabahat bulma. Sana yaramış. Şişmanlamışsın baksana.'' Yok be hanım. Bakma kilolu olduğuma. Kayın ağacı gibiyim. İçten içe çöküyorum .''
Bu söz o kadar anlamsız gelmişti ki bana. Yüzüne bakıp durdum öylece. Ne demek istemişti. Niye içten içe çöküyordu. Daha 30'unda bile değildi. Ama hiç üstelemedim.
''Hadi yatalım artık.'' Eliyle ''boşver'' gibilerinden bir daire çizdi havada.
''4 gün sonra iznim bitiyor. Canım hiç uyumak istemiyor. Sen de uyuma ne olur. Seninle konuşmayı o kadar çok özledim ki''
''Olur'' deyip, kendisini dinlemeye koyuldum. Hiç durmaksızın anlatıyordu. Ama hep kederli öykülerdi anlattıkları. Dertlenir, hüzünlenir, birden susar, sonra yine başlardı konuşmaya. Çoğunlukla da işi gücü çocuklardı. İstemiyordu onların da kendisi gibi acı çekmesini, Yoksul düşmesini. Ama onlarında eninde sonunda aynı hayatın içinde olacaklarından emindi. Ve o zamanda Tanrı'ya yalvarıp mucize dilenirdi. Dört gecemiz de böyle gelip geçti. Yine bir sabah ezanında çocuklar uyurken, varıp yollara düştü. Köşeyi dönene kadar da gözünü benden ayırmadı.

Babam askerde duvarcı ustasıymış. İzmir'de askeri inşaatlarda çalışıp dururmuş. Kötü yazgısı 'Beyköylü Cumali'yi askerde de rahat koymamış. Birgün başına bir kaza gelmiş Bir hastanenin inşaatında görevli iken askeri aracın, arka kapısının aniden açılması ile yere düşmüş. Hemen, daha bir kaç saat öncesine kadar duvarlarında mala salladığı, koridorlarında çimento taşıdığı hastaneye kaldırmışlar. Bir koğuş bulup yatırmışlar. Yarası pek ağır değilmiş, ama acısı varmış omuzdan yana...
Bir hemşireyle tanışmış birgün hastanede. Genç güzel bir kızmış. Hastaneye bir Adanalı'nın geldiğini duyunca hemen ziyaretine koşmuş. O da Adanalı'ymış. Babamı görür görmez bir çığlık koparmış;
'' Aaaaa ben sizi tanıyorum '' Beyköylü Cumali ''değil misiniz? '' Meğerse kız babamın ününü yıllar önce duymuş.
Başlamışlar babamla sohbet etmeye. Kız ayrılmaz olmuş koğuştan. Kızın görevi aslında başka bir servisteymiş ama, gece-gündüz babama hizmet etmeğe başlamış.
Ve böylece aradan bir kaç gün geçmiş yada geçmemiş kız, yine sabahın ilk ışıklarıyla birlikte koğuşa girmiş usulca. Koca koğuşta bir babam, birde öte köşede 2-3 hasta uyanıkmış. Diğerleri mışıl mışıl uyuyormuş. Ayaklarının ucuna basa basa gelip yatağın ucuna bir kuş gibi konuvermiş. Oldukça heycanlı, telaşlı imiş. Babam hemen birşey söylemek istediğini anlamış. Ama hiç sesini çıkarmamış. Söyleyeceklerini beklemeye koyulmuş. ''Senin ününü ben çok duydum. Adana'da erkek adam olduğunu haksızın yanında yer aldığını söylerlerdi. Herhalde bana da yardım edersin değil mi?"
Ve, sonradan babamın hayatına mal olacak isteğini başlamış anlatmaya...
''Yakında terhis oluyorsun... Hastaneden çıkmana da az bir zaman var. Bizim oralara döndüğünde falanca bir köyde bir toprak ağası vardır. O benim akrabam olur. Çocuklarının başı için ne olur ona söylede bana biraz yardım etsin. Sefaletimiz hep böyle ömür boyu sürecek mi? Hiç bir çaresi yok mu? bunun'' Beyköylü Cumali? ''Aradan iki gün geçmiş. Babam taburcu olmuş. Hava değişimiydi, birikmiş izinlerdi derken teskere alıp Adana'ya dönmüş...
''Ama o ne dönüş'' diyor rahmetli anam. "Bütün mahelleli evimize toplanmıştı. Gözün aydın Şerife bacı. Hoşgeldin Cumali Gardaş diyen, sarılıp öpüyordu babanı. Bir efsane kahramanı gibi karşılanmıştı baban.''
''Hele sen yok muydun. Babanı bir an olsun yalnız bırakmıyordun. O kalabalığın arasında Cumali'nin pantolonuna yapışıp nereye gitse sen de ardından sürükleniyordun.''
Ahh... Anam ne çok da acı çekmiş hayatta. Bütün bunları anlattırken hala o günlerin anılarıyla yüklüydü. Öylesine yoğun yaşıyordu o yıllar öncesini ve gençlik dönemlerini. Gözlerim bir ara anamın komidinin üstündeki resimlere takılıyor. Ne kadar da değişmiş. Tazeliğinden ve coşkulu bakışlarından hiç bir iz kalmamış. Vücudu çökmüş, kamburu çıkmış, saçları ağarmış bir kadın artık o...
Şimdi, hayatın bir sırrı gibi karşımda duruyor. Ben bunları düşünürken, annem babamın askerden geliş günlerini özetlemeye devam ediyor.
''Geldiğinin ilk haftasında benden çiğ köfte istedi. Biraz da para bırakıp: Sen hazırlığı yapadur, ben eti getiririm dedi. Sonra da çıkıp gitti. Eski arkadaşlarını görecekmiş. Ben sofrayı hazırladım. Yeşillikleri masaya yerleştirdim. Cumali'yi beklemeye başladım. Hayli geç olmasına rağmen ortalıkta yoktu. Sözde erken gelicekti de bana çiğ köftelik et getirecekti. Söylenmeye başladım. Ne gelen var ne giden. Beni aldı bir merak. Çünkü hiç böyle yapmaz söz verdi mi saatinde evinde olurdu...
Sizlere bir kaç lokma yedirip yatırdım. Gece tüm sessizliğiyle Adana'ya çökmüş, sokaklar boşalmıştı. Kulağım kapıdaydı. Bir tıkırtı duysam hemen kalkıp bakıyordum. Meğerse ben endişe içinde babanı beklerken o da ölümü kucaklamaya gidiyormuş. Ahh, bilseydim bırakır mıydım onu. önüne geçer, ayaklarana kapanır, kapı eşiğinden dışarı komazdım. Sonradan öğrendim ki eski bir arkadaşına rastlamış. Arap Ahmet diye biri. Ben de tanırım. Çok severdi babanı. Babanı yemeğe davet etmiş. O da kıramamış. Gitmişler bir yere, yiyip içmişler. Sonrada yanlarına 2 arkadaşlarını alıp bir pavyona gitmişler.

Sayfa 3
İşte o pavyon babanın sonu oldu oğlum. Pavyonda o hemşire kızın bahsettiği ağa ya rastgelmiş. Sekiz on kişilik bir mahiyeti varmış adamın masasında. Baban kalabalık masaya gitmenin ayıp olacağonı düşünerek garsonla ağaya haber salmış.
''Gelsin de hele kendisi ile bir konuyu görüşeceğim. Rica ettiğimi söylemeyi unutma''
Garsonun haberi üzerine ağa memnuniyetle kalkıp gelmiş babannın yanına... Tanış çıkmışlar. Sarılıp öpüşmüşler. Biraz muhabbetten sonra Cumali, konuyu kendisine açmış. Kulağına eğilip akrabasının ricasını fısıldamış. Ağa teşekkür etmiş ilgileneceğini söylemiş. Sonra da izin isteyip masadan ayrılmış. Yerine döndüğünde arkadaşlarına hiç birşey söylememiş.
''Ağam niye kalkıp gittin o masaya. Ne oldu? Senden ne istediler?'' diye soranlara da hiç yanıt vermemiş.
''Yok bir şey, benim özel meselem. Siz karışmayın.'' Suskunluk içinde içmeğe devam etmiş ağa ve adamları. Ama, ağanın çakallarının içine bir kurt düşmüş. Sanmışlar ki Cumali, ağadan haraç istiyor. Kinlenmeye öfkelenmeye başlamışlar için için. Neden sonra baban tuvalete gitmiş. Bunu gören çakallar, birer ikişer Cumali'nin arkasından gitmeye başlamışlar.
Ve etrafını sarmışlar. İlk anda şaşırmış baban. İtişip kakışma olmuş aralarında. Uzun boylu, atlet yapılıydı Cumali. Çekirge gibi de çevik. Vurduğunu yere sermiş. Biri silahını çekip yanlışlıkla arkadaşını yaralamış. Silah sesi pavyonu birbirine katmış. Babanın arkadaşlarından sadece Arap Ahmet kalmış. Karşı taraftan da çoğu kaçmış. Arap Ahmet, gidip babanın ellerine sıkı sıkıya sarılmış.
''Yapma Cumali. Askerden yeni geldin. Daha çoluk çocuk doyamadı sana. Elinden bir kaza çıkıcak. Gel gidelim burdan.''
Arap Ahmet, Tam babanı dışarıya çıkaracağı zaman bunu fırsat bilen çakallardan biri başlamış babana bıçak sallamağa. Sol böğründen yaralanıp yere kanlar içinde düşmüş...
Sonra alıp hastaneye kaldırmışlar babanı. Taşıdıkları otomobilin içi kan gölü halindeymiş. Nöbetçi doktor hemen koşup ilk müdaheleyi yapmış. şafak sökmek üzereymiş. Güneş doğuyormuş Adana'nın üstüne. Gökyüzü masmavi pırıltılar içinde yeni bir gün başlıyormuş. Ve babam hastanede durmaksızın kan keybediyormuş.
Adana'nın bir köşesinde bir insan ölümle pençeleşirken diğer bir köşesinde de başka bir dram oynanıyormuş. Annem ağlamaklı gözlerle yollara düşmüş: Yanında da ben. Konuya komşuya, önüne her çıkana, babamı sormağa başlamış. O sırada karşıdan koşmakta olan Deveci Mehmet'e rastlamış.
''Ben de size geliyordum bacı. Cumali biraz rahatsızlandı da kendisini hastaneye yatırdık.
Merak etme bacım. Sizi götürmeğe geldim demiş." Kesik kesik sözcüklerle, kısık bir sesle.
Anam daha da meraklanmış. Olduğu yerde sarsılmış.
Hemen bir faytona atlayıp gitmişiz hastanenin kapısına.
Kadınsı önsezilerle olayın çok önemli olduğunu anlamış anam.
Ama, dev gibi kocasına da fena şeyler kondurmak istemiyormuş. Beni aşağıda bırakıp onlar odaya çıkmışlar. Hayli kalabalıkmış babamın yanı. Duyan gelmiş. Babamı vuran adam da bir intikama kurban gitmemek için gidip polise sığınmış, arkadaşlarıyla da haber salmış:
''Ben ettim, o etmesin. Sarhoştum beni bağışlasın'' diye.
Ama, babamın konuşacak hali bile yokmuş. Altı gün boyunca inleyip durmuş. Karısını, beni ve 3 çocuğunu sayıklayıp durmuş geceler boyu. Son gecesi hep dualar etmiş Tanrı'ya. Bir yudum su istemiş anamdan. Kendine gelir gibi olmuş. Anamın eline sarılıp: ''Aman çocuklara birşey hissettirme. Onlar daha çok küçük. O minik dünyalarına kan ve göz yaşı sokmayalım.'' demiş.
Anam birden sevinmiş babamın iyiye giden bu durumuna. Başını iki elinin arasına alıp, bir kaç lokma bişeyler yedirmek istemiş. Kısa bir süre gözlerini tavana dikip, ellerini anama dolamış. ''Beni terketme Şerife'' gibilerinden. 1 saatlik bir sessizlikten sonra ruhunu teslim etmiş. O gözler bir daha açılmamacasına kapanmış.
Babamın ölümüyle birlikte çileli günlerimiz de başlıyordu. Genç yaşta ve 4 çocukla dul kalmıştı anam.
Önceleri bizi evlatlık verecek birilerini aradı. Ama kimse sahip çıkmadı bize. Akarabalarımız, hısımlarımız vardı. Fakat onların durumuda iyi değildi. Aradan kısa bir süre sonra bir çiftliğe gittiğimizi anımsıyorum. Orada annem pamuk tarlalarında çalışıyor ırgatlık yaparakta bize ekmek parası kazanıyordu. Ama sadece ekmek parası. Çünkü ağalar çok az para veriyorlardı.
Çukurovanın bir poyrazı vardır. Estimi yakar insanı. 3 gün kaldınız mı o pamuk tarlalarında simsiyah bişe olur çıkarsınız. Hele bir de güneşliyse hava, çalışmak insan için ızdırap olur. İşte, bu koşullar altında sabahın erken saatlerinden başlayıp, gün batımına kadar çalışıyordu annem çiftlikte. Biz de orada burada oynayıp duruyorduk. Ortalıkta görünmemiz yasaklanmıştı bize. Çünkü, çiftlik sahibi adam ayak altında dolaşan çocuklardan hoşlanmazdı. Zavallı anam bir yandan toprakla boğuşurken öte yandan da bizimle ilgilenmeye çalışırdı. Çok onurlu bir kadındı. Kesinlikle bizlere bir laf gelmesini ve incinmemizi istemez, yan gözle bakılmasını dahi hoş görmezdi. Hemen dikiliverirdi her kimse, onun karşısına.Bunu bildiğimiz için, babamın arkadaşları tarafından yönetilen çiftlikte , Sermet ile birlikte yaramazlık yapmamaya çaba gösterirdik.


FERDİ TAYFUR'UN ANILARI
Sayfa 4
"Babamın ölümü ile hem yetim kalmıştım, hem de yoksul. Sefil bir yaşam bekliyordu artık bizi. Bir süre sonra annem evlendi ama, üvey babam da işsiz ve zavallıydı. Hep birlikte Çukurova'ya tarlalara pamuk toplamaya gittik... ''
Ama, diğer 2 kız kardeşim henüz çocuk sayılacak yaştaydılar. Söz dinlemiyorlardı ve işin vehametinden habersizdiler. Çiftlik sahibi adamın gözüne batacak hareket yapacak olsak biliyorduk ki, aç kaldığımızın resmidir. Bir daha da nerde iş bulup çalışacak anam... Ve günler böyle geçip gidiyordu. akşamları çiftliğin avlusundaki çadırda kalıyorduk. Kuru ekmek yiyor, çorba içiyor, kırk yılın başında da bulgur pilavına kaşık sallıyorduk.
Üstümüz başımız perişandı. Yılkı atları gibi, başıboş büyüyorduk. Yaşıtlarımız okula gidip alfebe öğrenirken kendilerine bir gelecek hazırlarken, biz, Türkiye'nin yığınlarca yoksul ve çaresiz insanlarından sadece bir kaçı olarak soluk alıp vermekle yetiniyorduk.
O zamanlar kaç yaşındaydım bilemiyorum. Ama artık herşeyi kavrayacak , çözecek dönemlerim başlamıştı. Çiftlik bekçisi Siverekli Şehmuz, anneme talip oldu. Araya babamın arkadaşlarını katarak ''Şerife ile evlenmek istiyorum. Acaba bana varır mı?'' diye sordurttu. Tek başına bu yükü taşıyamayacağını anlayan anam kabul etti...
Ve günün birinde sessiz bir törenle evlendiler.
Artık bir babalığımız vardı evde. Namuslu, efendi, bizi seven biri. En önemlisi de babama saygılı bir genç adamdı Siverekli Şehmuz. Pamuk toplama zamanı bitince o da işini bıraktı. Tekrar Adana'ya evimize döndük. Sonradan kulağımıza geldi ki, amcalarım bu gerçeği kabullenememişler bir türlü. Anneme öfke saçıp durmuşlar için için. Annemin evliliğini bahane eden amcalarım bizden ellerini eteklerini çektiler. Sanki annem evlenmeseymiş, bizi kanatları altına alıp okutacaklar, bize yardım edeceklermiş gibi. Bu evliliği bize kalkan gibi kullanıp durdular amcalarım. Tabii bir lokma yiyeceğe bile ihtiyacımız vardı ama, hiçbir kimseye el açmış değildik ve açmıyorduk da. Gündüzleri bize karşı neşeli görünen anam, geceleri yatağına kapanıp ağlardı. Ben de uyumaz, anamın göz yaşlarının dinmesini beklerdim. Yüreğim ızdırapla dolardı o anlar. Anam ağlarken nasıl uyuyabilirdim? İçim rahat etmezdi ki. Bitip tükenmez bir gariplik içindeydik. Ve daha sonraki yıllarda da o garipliğimizi köyden köye, çiftlikten, tarlaya taşıyıp durduk.
Babalığım aslında kasaptı. Adana'ya geldiğimizde kente bir türlü uyum sağlayamadı. Yabancılık çekti kent insanına. Çiftlikte, kendi başına hayat süren ve özgür olan babalığım, Adana'nın yoğun yaş***** ayak uyduramadı. Başında birde bakmakla yükümlü olduğu dört çocuk ve bir de kadın olmasına karşın. ''Biz kimseye muhtaç olmadan da yaşarız'' deyip duruyordu.
Henüz işsizdi babalığım. Kimsenin kapısını çalıp da iş istemeyi gururuna yediremiyordu. Bu yalnız onun özelliği değildi. Anadolu insanın, yüzyıllar ötesinden sürüklediği bir onur anlayışıydı. Zaman zaman annemle tartıştıklarına tanık oluyordum iş konusunda.
''Şehmuz, hep böyle mi yaşayacağız. Çalışmak ayıp değil ki'' dedikçe, babalığıma bir sıkıntı basar, yüzü terden sırılsıklam olur ve anamın yüzüne öfkeli öfkeli bakardı.
''Yeter hanım yeter. Kimin kapısına gidip el açayım. Hepsi kovar beni. Param mı var ki, dükkan açayım. Bu yaştan sonra ele güne rezil etme beni ne olur.''
Bu tartışmalardan sonra anam beni yanına alır, sanki bir kötülükten koruyacakmışsına sıkı sıkıya sarardı. Başını, başıma yaslar, öylece sallardı beni.
''Baban sana o kadar çok güveniyordu ki seni okutmak için ceketimi satar yine onu okula yollarım diyordu. Senin okuyup paşa olmanı isterdi Ferdi'ciğim, içimde öyle bir his var ki sanki, sen bir başka insan olup çıkacaksın içimizden. Allahım ne olur beni yalancı çıkarma yanıltma. Şu oğlana bari mutluluk ver. O rahat yüzü görsün.''
Söylediklerinden hiç bişe anlamazdım anamın. Susar onu dinler, bazen de sıkılırdım. Mutluluğun ne olduğundan bile uzaktım. Nasıl bir rahat yüzü görecektim. O rahat yüzü dediğimiz bir insan mıydı, canlı mıydı, yiyecek, içecek bir şey miydi? Sözler ve düşler artık karnımı doyurmuyordu ki. Bildiğim tek şey, yağmurun yağdığı, güneşin sabah doğup akşam üzeri kaybolduğu, kimi insanların zengin, kimilerinin de yoksul olduğuydu. Ve ben de yoksuldum, işsizdim, cahildim, neyin ne olduğunu algılamaktan dahi uzaktım.
Neden sonra babalığım bir iş buldu. Kentin dışında kaçak olarak dana keser, mahalle mahalle, sokak sokak dolaşarak et satardı. Bu işe annem ve Sermet de yardım ederdi. Ben uyandığımda evde kimsecikler olmazdı. Tabii iki kız kardeşimin dışında. Daha sonraları Sermet, işi simit satmaya dönüştürdü. Babalığımdan günde 5 lira sermaye alır doğruca simit fırınına giderek, sepetini simitlerle doldururdu. Akşamları da döndüğünde bana günlük olayları anlatırdı.
Simitleri okulların önünde sattığını söyler, talebelerin bazen kendisi ile eğlendiğinden bahseder ve o günün kazancını avuçlarının içinde, sanki büyük bir servetmiş gibi herkesten gizleyip dururdu. Eğer o günü kazançlı gitmişse ve canını sıkacak bir olay olmamışsa, çıkarıp bana beş on kuruş para verirdi. O beş on kuruş bugüne kadar kazandığım milyonlardan çok daha değerliydi. Ağabeyimin canını dişine takarak kazandığı ekmeğini alın teriyle ıslattığı günlere aitti çünkü. Parayı aldığım gibi doğruca bakkala koşar, şeker alırdım. Şeker ağzımda erirken de sevincimden, evde kim varsa onlara koşar sarılırdım. O küçük şekerlerin lezzetini sabaha kadar damağımda taşırdım. Ağız tadıyla güzel bir uyku çekerdim.
Yıllar geçiyordu. On yaşına basmıştım. Benim de çalışmam gerekiyordu. Eve katkıda bulunma zamanım gelmişti. Kahvelerde, çarşılarda, otobüs terminallerinde çakmak taşları satmağa başladım. Bunun bir meslek olmadığını biliyordum ama, hiç olmassa kendi harçlığımı çıkarmak için de zorunluydum.
Sonra babalığımın bulduğu bir işe girdim. Bir şekerci dükkanında çıraklık yapıyordum. Haftada beş lira veriyordu patronum. On yaşındaydım ama, ne okumam vardı, ne yazmam. Birgün, bizim dükkana şeker çuvallarını taşımakta olan bir hamal, bana dönerek ''şu taksiyi görüyor musun? Plakasında Adana yazıyor'' dedi. İşte ilk alfabem de sadece bu Adana sözcüğünden oluştu. Ve o hamal daha sonraları her ikimizin de boş kaldığı zamanlarda bana okuma yazma öğretmeye başladı. Eline kağıdı kalemi alıyor, hangi harfin ne şekilde yazıldığını, defalarca tekrar ederek ezberletmeye çalışıyordu. Kısa bir süre sonra da okuma- yazmayı söker olmuştum. Ailemin ilk ve tek okur- yazar çocuğu bendim o anda. Annem sevinç içindeydi. Ağabeyim onur duyuyordu benimle. Eskiden olduğu gibi bana şeker, karamela yerine kalem, kağıt armağan ediyorlardı.
Benim bu okuma- yazma olayım ailede düzeni de getirmişti. Evimize gazete giriyor, sabahları başta annem olmak üzere hemen çevremi sarıyorlardı. Günün haberlerini benden öğreniyolardı. annem gazetede ilginç resimler görünce, kolumdan dürterek ''Hele şunu da okusana oğlum. Ne diyor. Bir öğrenelim.'' diyordu. Ben de zor zor okumaya çalışıyordum. Tabii bazı bilmediğim sözcükler geçiyordu. Onları da bir zeka kıvraklığıyla, çocuksu bir uyanıklıkla geçiştirmeye çalışıyordum. Sonra da içimden gülüyordum. ''Aldattım'' diye.

Evimizde o eski yoksul günler pek kalmamıştı. Babalığım çalışıyor, ağabeyimin eli ekmek tutmuş ve ben de kendi masraflarımı çıkarır olmuştum. Hayat gülümsemeye başlamıştı. Artıkyağmur pencerenin kırık camından içeriye süzülmüyordu. Gece yarısı karnımız acıktığında birbirimizin yüzüne bakıp, yazgımıza boyun eğmiyorduk. Ve artık gözlerimiz ışıltılı vitrinlere takılıp kalmıyordu.

İLK AŞKIM...

15 yaşındadım. Artık tek bir pencereden bakmıyordum dünyaya. Birden fazla pencerelerim olmuştu. Ve her pencereden ayrı bir tablo izliyordum. her geçen gün biraz daha bağışıklık kazanıyordum yaşamın güçlüklerine ve acılarına. Büyük bir olgunlukla karşılıyordum yazgımı ve yazgımızı. Hiç bir hayat yeniden yaşanmıyor ve hiç bir yarın bugünden belli olmuyordu.
İnsanoğlu, sürekli olarak kendini olağanüstü bir takım duygulara ve olaylara karşı hazır tutmalıydı. Çünkü alışagelmiş ve monotonlaşmış bir hayat, birden öylesine değişime uğruyordu ki, kendi bile şaşırıyordu.
İşte beni de şaşırtan ve halen izini üzerimde taşıdığım bir olay geldi başıma, 15 yaşındayken...
Nerden bilebilirdim, o gecenin ben de bu denli ruh sarsıntısına yol açacağını? Oysa o gecenin diğer gecelerden bir farkı yoktu. Gökyüzü yine yıldızlarla doluydu ve Adana yine her zamanki sessiz karanlığına bürünmüştü. Bir düğün gecesiydi. Adana'ya yakın bir mesafede bir köyde yapılıyordu düğün. Ben de çağırıldım. Önceleri gitmek istemedim. Bir tek takım elbisem vardı ve o da hem ütüsüz hem de kirliydi. O kıyafetle gitmek delikanlılık onuruma dokunmuştu. Ama canım da öylesine çekiyordu ki. Fakat yapabileceğim birşey yoktu. Gün batmak üzereydi. Ya o elbiseyi giyip gidecektim, ya da kalacaktım. Hemen o anda aklıma bir sokak aşağımızda oturan ahbaplar geldi. Onların kömürlü bir ütüleri vardı. Koşarak gidip kapılarını çaldım. Şanssızlık bu ya, onlar da evde yoktu. Uzun bir süre kapılarının önünden ayrılmadım. Her zili çalışımda biraz daha ümitleniyor, kapı açıldı, açılacak diye heycandan içim içime sığmıyordu.
Fakat gerçekten yoklardı evde. Çaresiz bir şekilde evime döndüm. Sanki 15 yılımın en büyük darbesini yemiş gibi bir yıkıntı içindeydim. Yüreğimde alevlenen küçük pırıltı da sönüvermişti, bir anda. Küfürler dolusu, öfke yüklü bir halde eve girdim ve elbisemi giyip yola çıktım. Güneş batmıştı. Akşam çökmüştü her tarafa. Bir türkü tutturmuş, ana caddeye doğru yol alıyordum. Hava o kadar güzeldi ki, hiçbir araca binmek istemedim. Yürümeye başladım köye doğru. Uzaktan varmakta olduğum köyün, tektük ışıkları görünüyordu. Bir saate yakın bir zamandan sonra biraz da yorgun olarak köy düğününün yapıldığı meydana geldim.

''Günün birinde hayat gülümsemeye başladı bize. Artık yağmur pencerenin kırık camından içeriye süzülmüyordu. Gece yarısı karnımız acıktığında birbirimizin yüzüne bakıp, yazgımıza boyun eğmiyorduk.''
Artık tam anlamıyla geceydi. Davullar çalıyor, silahlar gökyüzünü kurşun yağmuruna tutuyordu. Meğerse sevdalanmaya gelmişim bu bir saatlik yoldan buralara kadar. Ve işte ilk aşkımın öyküsü...
Köyün öğretmenine aşık oldum o gece. 20 yaşında esmer, uzun boylu bir kızdı. Ne adını biliyordum, ne de herhangi bir özelliğini. Ansızın ola gelmişti her şey. Gözlerimiz düğümlenmişti adeta. Sürekli birbirimizi izliyorduk. İçimde bir korku belirmeye başlamıştı. ''Evliyse yada bir belalı arkadaşı varsa?'' diye kuşkulanıyordum. Aynı heycanı onun da gözlerinde görmeye başladım. Kim bilir o da benden çekiniyordu. Neden sonra gülümsemeye başladı. Titriyordum. Gözlerime inanamıyordum. Bütün cesaretimi toplayıp, yanına gittim. Konuşmaya başladık. Köy halkı, içkiden artık iyice kendinden geçmiş durumdaydı. Kimsenin kimseyle uğraşacak hali yoktu. Adını söyledi. Öğretmenlik yaptığını anlattı. Sandalyede oturuyordu. Yanına çömelerek ''sizi hergün görmek istiyorum. Buna izin verir misiniz? diye sordum.
''Siz onca yolu göze alıyorsanız buyrun'' dedi.
O gece gözüme dirhem uyku girmedi. Hep, şimdi adını anımsayamadığım o güzel gözlü, masum yüzlü kızı düşünüp durdum. Sonra ki günlerde gizli gizli buluşmaya başladık. 15 yıllık hayatım ona o kadar ilginç gelmişti ki bir arada olduğumuz saatlerde hep beni konuştururdu, ben de zevkle, herşeyimi en ince ayrıntısına kadar ona anlatıyordum. Hüzünleniyordu. Zaman zaman beni avutuyor, yüreklendiriyordu. O kadar sevecen bir kişiydi ki... Sanki insanlığın tüm alınyazısını kendisine dert edinmişti. O zaman, gözlerimden yuvarlanmaya başlayan iri iri gözyaşları, yüreğimde çoktandır biriken kinleri, aptallıkları ve çamuru silip götürüyordu...
Karanlıkta, uçsuz bucaksız pamuk tarlalarının ortasında, dudağımı dudağına yapıştırıp bir süre öylece kalırdık. Ay ışığının yansıdığı pamuk tomurcukları, bu öpüşlere anlatılmaz bir sihir kazandırırdı. Bir düş içindeydim sanki. Fakat herşey o kadar gerçek ki... Aradan haftalar geçmişti. Hemen hemen her gece beraber oluyorduk.
Yine gecelerden bir geceydi. Beyaz ker***li okulun tek ışıklı odasının penceresine yanaştım. Camı tıkırdattım. Pencereyi açıp beni görünce öfkeden çıldıracak gibi oldu. Şaşırmıştım. Şaka yapıyor sanmıştım. Bu saatte ne işimin olduğunu sordu. Sustum. Eliyle işaretler yapıp gitmemi söyledi.
''Sana gelmeyeyim mi istiyorsun yoksa''
Bu soru üzerine pencereyi açıp avazı çıktığı kadar bağırdı bana: Kovulmuştum. Hemen dönüp gitmeyi gururuma yediremiyordum. Öylece kalakaldım bir süre. Ve çöküntü dolu bir yürekle, ağır adımlarla uzaklaşmaya başladım. Anladım ki, ben onun için sadece geçici bir hevestim. Belki de bir eğlence. Çünkü tahsil derecem sıfırdı ve ekonomik durumum da kötünün de kötüsüydü. O geceyi bir felaket gecesi olarak bugün bile anımsarım. Yolda yürürken düşüncelerim ve değer yargılarım allak bullak olmuştu. Kalbimi ayaklarımın altına alarak önünde diz çöktüğüm ilk kız beni yaralamıştı. İlk çöküşüm, ilk ızdırabımdı o aşk. Çok sonra aynı kızı Adana'da gördüm. İlk anda irkildim.
Adımlarım çakılmışcasına olduğum yere mıhlanıp kaldım. O da beni görmüştü. Yalnızdı. Kendisini tanıdığım o düğün gecesindeki ilk tebessümüyle bana baktığını farkettim. Adana'ya yağmur yağıyordu.
Saçları sırılsıklam olmuştu. İnsanlar saçak altlarına sığınmış yağmurun dinmesini bekliyorlardı. O anda haylı süredir içimde hissettiğim kin ve öfkem silinip gitti ve sevgiye dönüştü. Yanına yaklaşıp kolundan tutarak hemen oradaki mağazanın içine soktum.

''YAĞMURLU BİR GÜNDÜ, GİTTİN O GİDİŞ!''

''Ne olur hiç bir kötü söz söyleme'' deyiverdi. Birden
''Hayır. Ne münasebet, seni öylesine çok özledim ki...
demek insan sevdiğini unutamıyormuş.''
''Nasılsın?''
''Bildiğin gibi. Eski öykü sürüp gidiyor. Değişen bir şey yok.''
Yüreğim onulmaz acılarla çarpıyordu. İnsanlar geçiyordu yanımızdan: Omuzlarını vurarak, sağımızdan solumuzdan ve ikimizi bölerek ortamızdan geçen insanlar. Kederli yüzlü, gülen ve umursamaz insanlar. Hayat her yürekte, bir ayrı hüküm sürüyordu.
''Gitmem gerek, köye giden bir otobüs var, onu kaçırmayayım.''
''Yağmur yağıyor. İstersen dinmesini bekle. Gecikirsen ben seni bırakırım''
Sadece elini uzattı. Hiç bir yanıt vermedi. "Allahaısmarladık'' bile demeden uzaklaşıp gitti. Ellerinin ellerime değdiği son andı o. Yağmur gittikçe hızını arttırıyordu. Gidiş o gidiş oldu. Ve bir daha hiçbir zaman göremedim onu. Dilerim içinde taşıdığı sırrın, acıklı bir öykü ile ilgisi yoktur.

''İLK SINAV, İLK BAŞARIM''

Şekerci dükkanını bırakıp, eniştemin traktör atölyesinde çalışmaya başladım. Çok dürüst bir insandı eniştem... Tamir ettiği traktörler saat gibi çalışır ve yıllar boyu sahibinden bir yakınma gelmezdi. Ama bu dürüst davranışı ona pahalıya mal oldu. Dükkanını kapatmak zorunda kaldı. Çünkü, diğer tamircilerin yöntemiyle çalışmıyordu. Onlar herhangi bir arızayı tam olarak onarmıyorlar, böylece müşterilerinin yeniden kendilerine gelmesini sağlıyorlardı. Tabii dükkanın kapanmasıyla birlikte ben de yeniden işsiz kaldım. Eniştem kendi sorunlarından çok benim işsiz kalmama üzülüyordu. Ama bu üzüntü çok fazla sürmedi. Bir çiftlik ağası kendisini ustabaşı olarak yanına aldı. Beni de götürdü eniştem. Ordaki görevim çiftlikte çalışanlara traktörle yemek taşımaktı. Böylece ilk kez direksiyon başına geçmiş oluyordum.
Benim için yeni bir dünya başlamıştı. Günde 3 defa traktörüme biniyor ve çiftliğin dört bir köşesine giderek, çalışanlara yemek dağıtıyordum. Yanık türküler tutturuyordum direksiyon başında. Sesim, motorun sesine karışıp, uçsuz bucaksız Adana ovalarında derin yankılar yapıyordu. Sevdalarımı, acılarımı, özlemlerimi hep bu türkülerde dile getiriyordum. Zaman zaman uğulduyan rüzgar, türküleri hiç tanımadığım, bilmediğim insanların kulaklarına kadar iletiyordu. Çiftliğe komşu olan köylüler bazen gelip beni dinlemekten büyük zevk alıyorlardı. Traktörle yanından geçtiğim ırgatlar, başlarını yukarıya kaldırıp, ellerindeki işleri bırakıp, beni dinlemeye koyulurlardı. Onların bu ilgisi beni daha da yüreklendiriyor, sesime daha çok anlam kazandırıyordu. Akşam olup da, herkes yorgun ve bitkin halde yatağına uzandığında, konuları hep ben olurdum. Çalışanların çoğu yoksuldu ve bir lokma ekmek parası için yollara düşmüşlerdi. Aralarında genci de vardı, yaşlısı da. Ve hepsinin de öyküsü aşağı yukarı aynı olduğu gibi, düşleri özlemleri de ortaktı.
Ne acıdır ki, o koşullar altında doğan insanlar, maalesef yine o koşullar altında yaşamını sürdürmeğe mahkumdu bizim toplulumumuzda. Tabii benim gibi istisnalar hariç...
''Bu çocuğun sesi ne kadar güzel...''
''Bu Ferdi, galiba ses sanatçısı olacak...''
''Hadi, şu sesin sayesinde sen bari hayatını kurtar.'' gibi sözlerle benim onurumu okşar, bana moral verirlerdi. Ben de o gece tüm bu övgülerin etkisiyle sabaha kadar uyuyamaz, nice pembe dünyalar, düşler kurardım. Ve bu düşlerden silkinmem ancak güneşin bir altın nehir gibi odama uzanmasıyla olurdu. İşte o zaman, gerçek beni bir ahtopotun kolları gibi sarar ve hayata küskünlüğüm yeniden başlardı. Henüz hiçbir şey olmadığımı ve şu anda sadece basit bir toprak işçisi olduğumu tüm acımasızlığıyla kavrardım...
Birgün çiftlikte çalışırken bir gazete parçası elime geçti. Adana'da yayınlanan bir yerel gazetenin sayfasıydı bu. Adana'da yeni kurulan Adana radyosu için bir yarışma yapılacağını yazıyordu. Yarışma müzik dalındaydı. Büyük bir heyecan dalgası sardı içimi. Sıcak duygular birden tüm benliğimi içine aldı. Çiftlik kahyasından izin isteyerek hemen Adana'nın yollarına düştüm. Doğru, radyo evine giderek yarışmanın koşullarını öğrendim. O zamanlar 17 yaşındaydım. Kayıt parası olarak 15 Lira istediler. Parayı yatırdım ve hemen çiftliğe döndüm.
Yarışma günü geldiğinde, heyecanım artık doruk noktasındaydı. Çünkü, işin içinde bir de alay konusu olmak vardı. ''Ya kazanamazsam ben ele güne ne derim'' diye kara kara düşünüp duruyordum.
Çünkü o kadar övgüler ve güzellemeler yağdırıyorlardı ki, adeta zorunlu hissediyordum kendimi başarılı kılmaya.
Ve nihayet, sabahtan beri beklediğim salonda, benim adım anons edilerek, yarışmanın yapıldığı stüdyoya çağırdılar. Masa başında kravatlı, heybetli ve kolalı gömlekli adamlar oturmuş beni süzüyorlardı. İnsanlara karşı verceğim ilk sınav olduğu için ne yapılacağını, nasıl davranılacağını bilememenin çaresizliği içerisindeydim. Bu konuda okul deneyimim bile yoktu... İlk anda ürkütücü geldi o adamlar, o oda bana.
Masadaki adamlardan biri sert bir dille, kapıyı kapatmamı söyledi. Arkamı dönüp kapıyı ittim. ''İyi kapat, iyi kapat oğlum. Mandalını çevir.'' adeta, yeniden kükredi aynı adam. İyice sersemlemiş elim ayağıma dolanmıştı kapının mandalını çevirdim ve köşeye büzülürek, suçlu bir çocuk edası ile beklemeye başladım. Sanki kendi isteğimle yarışmaya gelmiş gibi değil de, büyük bir suç işleyip yargıcın önüne yakalanıp getirilmiş bir hükümlü gibiydim...
Yarışma başlamıştı...
Mikrofon başına geçip arkamda sazlar olduğu halde yarışma türkümü söylemeye başladım. Ahmet Sezgin'in ''Küp içinde ayran'' adlı türküsünü seslendiriyordum. Söylerken gözlerimi kapamıştım. Çünkü adım okunmadan biraz önce yine benim gibi bir yarışmacıdan böyle bir öğüt almıştım.
''Gözlerini kapa ve kendini yalnızmış gibi hisset'' demişti. İsmini dahi bilmediğim bu arkadaşımın öğüdü oldukça yararlı olmuştu. Türkümü bitirdim ve jüriyi başımla selamladım ve salonu terkettim...
"Adana radyosunun açtığı sınavda ikinci olmuştum. Birinciliği kıl payı kaçırmıştım. Talih artık gülüyordu bana. 17 yıldır üzerimde dolaşan gölgelerden sıyrılmış, güneşe doğru ilk adımı atmıştım bu sınavla.''

Sonuçları bir hafta sonra açıklayacaklarını söylediler. Tabii o bir haftanın nasıl geçtiğini tahmin edersiniz sanırım.
Danışmadaki görevli, sonuçların evlere bildirileceğini söylemişti. Ama, nerede ben de o sabır. Bir hafta geçtikten sonra, doğru radyoevine giderek sonucu almak istedim. Önceleri söylemek istemediler. Ama, ben öylesine direttim ki, beni bir kat yukarıya çıkartıp aldığım puanı söylemek zorunda kaldılar.
100 üzerinden 93 puanla ikinci olmuştum. Sevincimden havaya zıpladığımı ve avazım çıktığı kadar bağırdığımı anımsıyorum. İlk sınavım ve ilk başarımdı bu benim. Sokağa çıktığımda, insanlara sevgi doluydum. herkesi, tüm dünyayı ortak etmek istiyordum bu yoğun mutluluğuma. Anam geldi gözlerimin önüne birden. Ona müjdeyi nasıl vereceğimi düşünerek ve koşarak evime geldim. Benim için en büyük ve tek varlıktı anam. Babamın mirası, bana hayat veren kadındı o. Ellerine sarılıp, bir yandan ağlıyor, bir yandan da başarımı kesik kesik cümlelerle müjdeliyordum. Anam da ağlıyordu. ''Yavrum benim... Aslan oğlum benim...'' diyerek yanaklarımdan, saçlarımdan öpüp duruyordu.
''Ahh... Keşke baban da sağ olsaydı da bugünleri görseydi. Ruhunu şadettin onun da Ferdi'ciğim'' diyordu.
Babamın sözü geçince, sevincim birden buruk bir duyguya dönüştü. ''Beyköylü Cumali'yi anımsadım. Hiçbir zaman gözlerimin önünden gitmeyen silüetini, tüm görkemiyle yeniden görür gibi oldum. Sanki birazdan kapı çalınıp içeri girecek, beni kucaklayacakmış gibi bir duyguya kapıldım. Ve o kadar inandım ki, bu duyguya, kapının eşiğinde onu beklemeğe başladım. Ama çok uzaklardaydı artık babam. Ölümsüz bir adından gayrı, geriye hiçbir şeyi kalmamıştı. Babam... Babacığım benim... Ölüm, ne kadar da erken ve zamansız gelmiti ona. Aradan o kadar zaman geçmesine rağmen , hala onun özlemi içindeydim ve onun kişiliği ile doluydum.
Adana radyosuna gidip gelmeğe başladım. Nedense bir türlü bağlamcı ağabeylerim bana fırsat tanımıyolardı. Bu arada babalığım da beni bu işten alıkoymak için elinden geleni yapıyordu. ''Bu gidişle sen hiçbir kazmaya sap olamazsın. Gel bu işten bir an önce vazgeç'' deyip duruyordu.
Anam da onun tam aksi görüşteydi. Şiddetle babalığıma karşı koyuyordu.
''Sen karışma bey. Göreceksin benim oğlum bu işte dikiş tutturacak, başarılı olacak.''Bense tüm bu tartışmaları sakin bir biçimde dinliyordum. Çünkü ne babalığımın söylediği kadar ümitsizdim ne de anamın dedikleriyle avunuyordum. Yüreğimde tek bir aşk vardı, oda müzik. Ama bu aşka varabilmek için neler yapmam gerekiyordu, hangi yollardan ona sahip olabilirdim, bilemiyordum.
Yine annemle baş başa kaldığım bir gün kendisine bir sözüm olmuştu. O sözlerde, gizli kalmış müzik tutkusu ve geleceğe inancım vardı. "Anam, birgün gelecek sana sesimi radyolardan duyuracağım. Türkiye'nin en yaygın üne sahip sanatçısı olacağım.''


Süpriz başarı, hayatımı altüst etmişti. Yakın bir gelecekte ünlü biri olacağıma kendimi öylesine inandırmıştım ki, köy yaşamı beni sıkmaya başlamıştı artık. Büyük kentlerin özlemiyle doluydum. Alıp başımı kaçmak istiyordum, bu diyarlardan. Ne pahasına olursa olsun, kendimi kabul ettirmek, bir isim sahibi olmak amacımdı. Çünkü, hayatta hiçbir seçeneğim kalmamıştı. Kaybedeceğim hiç birşey olmadığı gibi. Kardeşlerimin ve ailemin sefaleti için de bir umut ışığı haline gelmiştim. Onlara iyi bir hayat temin etmek en yüce ideallerimin başında geliyordu.
Ne olursa olsun, anneme verdiğim sözü yerine getirmek istiyordum. Ama nasıl? Bavulu alıp Adana'yı terketmek ve İstanbul'a adım atmak. Hemen kararımı verdim ve birkaç arkadaşla birlikte yola çıktık. Arkadaşlarım evden kaçmışlardı, ben ise annemin elini öperek ve onun rızasını alarak ayrılmıştım. Cebimizde yok denecek kadar az para vardı. Bir serüvenin hazin bir başlangıcı olarak, otobüse binip, yollara düştük. İstanbul'a yaklaştıkça içimizde belli belirsiz hüzünler oluşmağa başlamıştı. Hepimiz, ailelerimizden ilk kez ayrı kalıyorduk. Bir yalnızlık, bir karanlık çökmüştü duygularımıza. Garip bir keder kaplamıştı, yüzlerimizi. Sadece filmlerde gördüğümüz, kartpostallarını vitrinlerde izlediğimiz bir kente doğru yol alıyorduk süratle. Acaba orada bizi bekleyen kim bilir ne dertler, acıklı olaylar vardı? Hepsinden habersizdik tüm bunların. Ama, başımıza gelecek olanları da az çok tahmin edebiliyorduk. Bir akşam üstüydü İstanbul'un ilk ışıkları görünüyordu taa uzaklardan. Cennete mi gelmiştik, yoksa cehenneme mi? En azından bu soruya bir yanıt alacaktık. Bakalım kader ne gösterecek. Bir bahar gecesi İstanbul'a girdik. ışıklar içindeydi bu düşler kenti. Geniş caddeler uzanıyordu önümüzde. Binaları vardı İstanbul'un göğe doğru uzanan... Gürültüsü vardı İstanbul'un kulakları sağır eden... ilk kez gördüğümüz ve şaşkınlıktan küçük dilimizi yuttuğumuz otomobiller geçiyordu otobüsümüzün penceresinden... Bir kadın, erkekle elele yürüyordu... Bir çocuk, caddenin öteki yakasına geçmek için araçlara el kol ediyordu. Ve bir köpek havlayıp duruyordu gelip geçenlere... Otobüsümüz yol alıyordu. Bir rüya alemindeydik sanki. Hangi tarafa baksak bir başka görkemli tablo ile karşılaşıyorduk. ''Bizim Ülkede meğerse ne kadar güzel yerler varmış'' diyordu yanımdaki arkadaşım. Bir diğeri de ''Bu gördüklerimiz maket değil değil mi?'' diye soruyordu.
Deniz kenarına yanaşmıştık. Muavin, şoförün yanından bağırdı hepimize: ''Evet burası İstanbul. Buraya kadar beyler.''
Derin ve renkli bir uykudan uyanmış ve silkindik. Birbirimize baktık. Otobüsteki yolcular inmişti. Sadece biz kalmıştık. Şoför geldi yanımıza: ''Hadi ne duruyorsunuz. Gidecek yeriniz mi yok? Evden kaçtınız değil mi?
''Bu sözler gözümüzü korkutmuştu. Polise teslim edilmekte vardı işin içinde. Hemen küçük valizlerimizi alıp aşağa atladık. Ve sonrada korkusuzca, pervasızca İstanbul sokaklarına daldık.



Arkadaşlarım, Yeşilçam'ın yazıhanelerine dadanmağa başladı. Günde 15 lira yevmiye ile figüranlık yapıyolardı filmlerde. Ben ise sesimi duyurmak istiyordum. Ama kimse dinlemek istemiyordu bile. Açlık canımıza tak etmişti. Bana da teklif ettiler, filmlerde oynamamı. Kabul etmedim.
Hayalimde sadece ses sanatçısı olmak vardı çünkü. Evden aldığım iki-üç kuruşu da tüketmiştim. Ne yattığım yer belliydi, ne yediğim içtiğim. Kırıntılarla karnımı doyuruyor, boş bulduğum bir parkta kıvrılıp sabahlıyordum. Tabii bir de bekçi sorunum vardı parkta. Çok iyi anımsarım ki, nice geceler bir bekçi düdüğüyle uyanmış ve ardıma bakmadan kaçmışımdır karanlıklar içinde. Annemin bir sözü vardı. ''Oğlum. Hayatın boyunca kötü yollara sapmadan çalış. Çalışmak ayıp değil.''
Birgün kendimi, Ahırkapı'da buldum. Erol Taş'ın kahvesinin karşısındaki arsada otobüsler parkediyordu. Orada otobüsleri yıkamaya başladım. Otobüs başına 10 lira alıyordum. Geceleri de artık yatacak bir yerim çıkmıştı. Otobüsün içinde sabahlıyordum. İşim bayağa tıkırındaydı. Aldığım para sadece ekmek paramı karşlıyordu ama, yine de memnundum hayatımdan. Ne de olsa küçük insanlardık ve küçük mutluluklarla tatmin olabiliyorduk. Ama , oranın kahyası tüm düşlerimi ve rahatımı altüst yaptı. Önceleri yıkadığım otobüslerden para kırpmaya başladı. Sonra da beni işten çıkarmak için elinden geleni yaptı. Bilseydim ki günün birinde Erol Taş Ağabeyimle aynı filimlerde oynayacak ve ünlü biri olacak, o katı yürekli, kahyayı Eol Ağabey'e şikayet eder ve ben onun işine son verdirtirdim.
Güneş bir batıp bir çıkıyordu. Bir anlık sevinçlerim, hemen kursağımda kalıyordu. Ama, ne olursa olsun, kötü bir yola sapmamaya kararlıydım. Bir çok tok insanın elde edemediği özelliğin sahibiydim. Çünkü onurlu ve namusluydum. Annemden gelen bir barışçılık duygusuyla kaderime razı oldum. Ve işten ayrıldım. Bir gün bir bahçede bahçıvanın birine rastladım. Yüzündeki çizgilere bakılırsa yüzlerce yaşındaydı. Bana istanbul'u anlattı. Görmediğim bilmediğim İstanbul'u.
''Ne kadar çok yıpranmışsınız. Bunların hiç birinden haberim yok'' dedim. Aldığım yanıt hayli ilginç gelmişti bana...
''Delikanlı biz de senin yaşayacağın yılları göremeyeceğiz. Kim bilir, hayat belki bu yanıtın taa kendisiydi. Çok iyi ve sevecen bir insandı bahçıvan. Rastladığım her iyi insan gibi o da ızdırap çekiyordu..
kendime yeni bir iş bulmuştum. Dikiş makinaları boyayan bir atölyede çıraklık yapıyordum. Sıkılmaya başlamıştım İstanbul'dan. Annemi özlemiştim. Sıla hasreti çekiyordum. Küçücük evim, kırık dökük eşyalarım ve sıcacık bakışlı anam gözümde tütmeğe başlamıştı. Gariplerin yeri yuvasıdır. Baktım olacak gibi değil, Adana'ya dönmeye karar verdim.
Yeniden tarlalarda traktör sürmeğe başladım. Koskoca Caterpillar makinalarının çıkardığı motor sesleri, sesime ve türkülerime karışıyor, yine büyük düşler kuruyordum. Teyzemin oğlu Mehmet'le çalışıyorduk, 18 yaşlarındaydım. Traktörcünün biri beynimizi yıkadı.
''Siz bu işi çok iyi biliyorsunuz. Burada 150-200 lira aylık alırken, İzmir, Aydın taraflarında 300 lira maaş alırsınız.''
Yeni ufuklar açmıştı, bu sözler bize. Teyzemin oğlu ile birlikte işi bırakıp Söke'ye doğru yola çıktık. Yeni bir serüven başlıyordu bizim için. Fakat Söke'de de umduğumuzu bulamamıştık. Kimse iş vermiyordu. Yine başıboş, Söke sokaklarında dönüp dururken bir tornacı çocuk sokuldu yanımıza. Bizimle ilgilendi. Otele yatırdı, yemek yedirdi. Alıp geneleve götürdü. İlkez gidiyordum böyle bir yere. Adana'lı bir kadınla tanıştım orada.
''Ben'' dedi, ''Yarın Konya'ya gidiyorum. Orada çalışacağım'' ''İyi yolculuklar'' dedim...
''Seni mutlaka orada beklerim'' demesin mi? Sesimi çıkaramamıştım.
''Geldiğinde nedenini öğrenirsin''
O anda üzerinde bile durmadım bu çağrının. Ama, sonradan aklımı kurcalamaya başladı. Büyük bir merak içinde kalmıştım.
''Seni orada bekliyorum'' sözleri kulağımda çınlamaya başladı. İki üç gün silinip gitmedi o yalvaran ses.
Bir iş bulmuştuk Mehmet'le. Çiftlikte çalışıyorduk. Fakat, bu işte de dikiş tutturamadık. Ayrıldık. Mehmet'le bir akşam üzeri oturduk konuştuk. Ne yapacağımıza karar vermemiz gerekti. Mehmet: ''Ben Adana'ya gidiyorum. Ha orada sürünmüşüz, ha burada. Hiç bir şey farketmiyor. Bu yaban eller beni çökertiyor'' dedi.
Ben ise, çoktan kararımı vermiştim. Konya'ya gidip o kadını bulacaktım. Cebimde çok az bir para vardı. Mehmet otobüs parasının dışındaki paralarını da bana vererek Adana'ya gitti, ben de Konya'ya doğru yola çıktım. Mehmet çok ısrar etti gitmemem için önceleri. Ama baktı ki olacak gibi değil, bana şans dilemekten başka hiçbir şey söylemeden otobüse atlayıp el salladı.
Konya'ya geldim. Otobüsten iner inmez, doğruca Konya genelevinin yolunu tuıttum. Bütün evleri aradım. Yoktu. Kızını kötü yola sürükleyen bir ananın ızdırabı içinde dört dönüp dolaştım genelev sokaklarında.
Başımı uzatıp her baktığım pencerede, sanki karşıma çıkacakmış gibi bir heyecan duyuyordum. Saatler boyu boşuna aranıp durdum. Yorulmuştum. Gidip ordaki bir kahvede çay içtim. Garson çocuk içtenlikle hizmet ediyordu bana. Ona sordum. Adanalı bir kadın tanıyıp tanımadığını öğrenmek istedim. ''Bilmiyorum'' dedi
''Ama bekle birkaç gün. Belki gelir.''
''Param yok. Bekleyemem. Çalışmam lazım'' dedim.
''Ben sana iş bulurum. Üzülme.'' ''Nerde?'' diye sordum. ''Benim çalıştığım yerde.''
Genelevin yanındaki kahvede garsonluk yapmağa başladım. Ama, önceden bir şart koşmuştum. Hayat kadınlarına servis yapmayacaktım.
''Olur. Nasıl istersen. Ben dışarda çalışırım sen de içerdeki müşterilere bakarsın."
Yeme içme kahveciye ait olmak üzere günde yedi buçuk lira para kazanıyordum. Otele ikibuçuk lira ödeyip, geri kalanla da idare etmeğe çalışıyordum. İki haftaya yakın bir zaman çalıştım kahve ocağında. Elimde birikmiş bir kaç kuruş da param vardı. Bu işin bana göre olmadığını anlayıp oradan ayrıldım. Bir süreliğine dahi olsa, şarkıcılık hayallerimi bırakıp, meçhul bir kadının peşine düşmüştüm. Beklediğim kadın gelmedikten sonra, artık o civarda çalışmam gereksizdi.
Bir pavyonda iş buldum. Yanılmıyorsam, ''Teksas'' adlı bir pavyondu. Patron önce sesimi dinlemek istedi. İki türkü söyledim. Beğenilmiştim. 15 lira yevmiyeyle işe başladım. Her gece ahlak zabıtasından izinsiz olarak ve idareten gün ışıyana kadar şarkılar, türküler söylemeğe başladım, sarhoş yüreklere. Bu arada, pavyonda bir kadınla tanıştım. 30 yaşlarındaydı. Çocukları olduğu için beni gizli gizli evine alıyordu. Ve bir çocuğum olduğunu anladım o kadından yıllar sonra. Şimdi pırıl pırıl bir insan o. Yanımda ve bütün yükümlülüğünü üstlenmiş durumdayım. Kimden olursa olsun, eğer o insan benim oğlumsa, benim canım demektir.
Konya, benim yaşamımda önemli rol oynayan bir kent durumuna gelmişti bir anda.
Aylar vardı ki, evden uzaktım. Evim ve ailem burnumda tütüyordu. Bir anda Konyalı olup çıkıvermiştim. Batakhanelerinden, en lüks semtlerine kadar her yerini bellemiştim. Çeşitli çevrelerden dostlar da edinmiştim. Gece yaşantım bana boyutları alabildiğine uzanan bir başka dünyayı tanıtmıştı. İnsanları, çalışanları ve her türlü kötülüğe müsayit kişileriyle bir ayrı özelliğe ve anlamı vardı Konya gecelerinin. Zaman zaman pavyonda kadın yüzünden çıkan kavgalar ve hatta zevk olsun diye sıkılan kurşunlar beni sarsıntı dolu bir hayatın içine itiyordu. Korkuyordum. Çünkü, yaşım henüz küçüktü ve herşeye karşın anasının kuzusu olarak yetişmiştim.


Bir otelde kalıyordum. Aynı otelde ikamet eden assubayla dost olmuştum. Bazen kendi kendime düşündüğüm olurdu. Daha doğrusu teselli bulurdum. Derdim ki içimden, ''Başıma bir felaket gelirse yeni arkadaşımın ünüformasına sığınırım o da beni kurtarır.'' Sanki o her an yanıbaşımdaymış gibi bir avuntuyla kendime moral verir, güç katardım. Şimdi adını anımsayamadığım o assubay, çok iyi bağlama çalardı. Gecenin geç saatlerinde işten döndükten sonra otelin girişinde beni bekler bir vaziyette bulurdum. Dertliydi bir şeyden yana. Ama, duygularını saklamayı çok iyi bilirdi. Benden hayli büyük olduğu için de ihtiyatla yaklaşırdım ona. Beklerdim ki o konuşsun, o dertleşsin. Oysa o hiç sesini çıkarmaz, otel kapısının önüne çıkar bana bağlama çalar, bazen de türküler söylerdik. Gurbetlik zor şeydi vesselam. Ne kadar şanslıydım ki, evimden kilometrelerce uzakta ve yapayalnız bir haldeyken, karşıma saygı duyduğum bir ağabey çıkarmıştı Tanrı. ilk bağlamayı onun bağlamasından öğrendim. Tam bir disiplin içinde bana bağlama çalmasını öğretti, dost ağabeyim.
Sonra daha başka arkadaşlarım da oldu. Bunlardan biri bana bir kart vererek İstanbul'a gitmemi söyledi. Biriktirmiş olduğum bir kaç kuruşla kendime bir saz alıp yollara düştüm ikinci kez İstanbul yollarına. Gelirken otobüste başımdan ilginç bir öykü geçti.
Otobüste yanıma genç bir kız düştü. Almanya'ya giden işçilerden biriymiş. İstanbul'dan Münih'e uçacakmış. Kumral, yeşil gözlü 20 yaşlarında şirin bir kızdı. Sohbet etmeye başladık. Elimde sazı görünce, turneye çıkmış sanatçılardan biri sandı önce. Kısaca özgeçmişimi anlattım. İçinin burkulduğunu hissettim. Acımaklı bir ifade oluştu yüzünün gülen durumu. Ama çok geçmeden o da bana anlattı neden Almanya yollarına düştüğünü. İkimizin de birbirimiziden pek farkı kalmamıştı. Üç aşağa, beş yukarı aynı mayanın insanlarıydık. Ama, kim bilir belki de o benden daha cesurdu. Çünkü, ben ekmeğimi yurt içinde kazanmanın savaşını verirken, o bu mücadeleyi sınırlarımız dışına taşırmayı başarmıştı. Hem de kız haliyle.
''Gidiyoruz ama, gerçekten umduğumuzu bulabilecek miyim acaba?'' deyip duruyordu boyuna.
Belliydi ki, küskündü bazı insanlara. Vatanında iş bulamamış ve yoksulluk canına tak demişti. Öfkeliydi topluma ve kurallara. Sözcüklerinden değil, tavırlarından seziyordum bu duygularını.
''Denize düşen yılana sarılır. Biz de Almanlar'dan medet ummağa başladık. Kaderde elin gavuruna hizmet de etmek varmış.'' diyordu.
Kendisini teselli edecek hiç bir söz bulamadım. Çünkü öfkesinde, özleminde ve tutkularında yerden göğe kadar haklıydı. Onu avutmak, yüreğindeki acıya biraz olsun ortak olabilmek benim harcım değildi. Çünkü, kafa yapısı ve kültürüyle benden kat kat üstündü.
Gece yolculuğu yapıyorduk. İstanbul'a yaklaşıyorduk. Güneş doğuyordu tepelerin ardından. Yol boyunca her ikimizde gözümüzü kırpmamıştık bile. Çoğunlukla o konuşuyor, ben de dinliyordum. Toplumsal yaralarımızdan , Türkiye'nin çeşitli sosyal ve ekonomik sorunlarından söz ediyordu. Heyecanının üstünden gelemiyor ve yumruklarını sıkarak ozanlardan dizeler okuyordu. Bense saf saf dinliyordum. Kıza hayran olmuş, pencereden dolan rüzgarın uçuşturduğu saçlarını seyre koyulmuştum. Yol tükenmek üzereydi. Otobüsümüz artık İstanbul'daydı. Çok öncelerden kalan aşina yollar ve deniz üzerindeki vapurlar yine karşıma çıkmıştı. Kız bana kalacağı otelin adresini vererek elini uzattı.
''Bir kaç gün daha buradayım. Beni ara. Sirkeci'de el sallayabileceğim en son insanın sen olmasını istiyorum.'' dedi...
''İlk bağlamayı elime Konya'da aldım. Bir assubay ağabey, bana bağlamanın inceliklerini öğretti. Yine Konya'da tanıştığım biri bana tavsiye kartı vererek İstanbul'da iş bulmamı sağladı... ''
''Keşke hiç gitmeseydin. Seni mutlaka görmeğe geleceğim. İkimize de bol şanslar.''
Bavulumu alıp Çemberlitaş'ta bir otele yerleştim. Bu arada ben, elimde kartla iş aramaya başladım. Aslında aklımda tek birşey vardı, o da kız. İkinci günü Lunapark Gazinosu'nda iş buldum kendime. Kart etkisini göstermiş ve bağlama çalmam için beni Nurten İnnap'ın saz heyetine vermişlerdi. Yevmiyem 15 liraydı. Bunun 5 lirasını otele veriyordum. Kızın verdiği adrese gittim. Ama, anlamsız ve belirsiz bir kuşku vardı içimde. Kızın bana takınacağı tavır düşündürüp duruyordu beni. Eğer ki, ters bir hareketle karşılaşırsam, bu kızlardan yiyeceğim ikinci darbe olacaktı. Otelin kapısına geldiğimde iri yarı bir adam yolumu kesti. ''Ne istiyorsun?''
Kızın adını verdim. Bu oteli sen ne zannettin deyip, hayatımda acısını unutamayacağım bir tokat attı bana. Hiç karşı koyamadım adama. Zaten koyamazdım da. En azından benim iki mislimdi. Geriye dönerek, gözyaşlarımın görülmemesi için tenha yollara daldım. Bir duvarın dibine kapanıp ağladım. yediğim yokadın acısı belki geçmişti ama, kızı bir daha görememe korkusu içimi dağlamıştı. Hemen o anda aklıma başka bir fikir geldi. Otelin telefon numarasını buldum. Telefon açarak kızla irtibat kurdum. Kıza herşeyi bir çırpıda anlattım. Valizini toplayıp bana geleceğini söyledi. Birlikte aynı odada kalıyorduk artık. Gündüzleri geziyor geceleri de gazinodaki programıma gidiyordum. Kız beş gün kadar İstanbul'da kaldı. Birbirimize aşktan tek bir söz dahi etmiyorduk ama biliyorduk ki aşıktık ikimizde.
Kızın gitmesine birgün vardı. Onunla son gecemdi. Elele yürüyorduk İstanbul'un ışıklı yollarında. Keskin bir sessizlik ve soluksuz bir yürek çarpıntısı içindeydik. Bugüne dek sevdiğim insanlarla sürekli beraber olmak hiç kısmet olmamıştı bana. İşte bu da sonuncusuydu. Çiçeklerin solması, çimlerin sararması gibi bir başka doğa kuralı daha vardı demek ki. İnsanları acımasızca ayıran bu kuralı çözmeğe çalışıyordum kafamda. Kızın elini sıkıyordum avuçlarımda. Sıkı sıkıya sarılıyordum, kopmamacasına. Başını omuzuma dayıyor, gözlerini kaçırıyordu benden. Ve, binlerce insanın arasında sadece yalnızlığımızı yaşıyorduk, suskun dudaklarla.
''Sana bir şey söylemek istiyorum'' dedi, bir ara kollarıma sarılarak.
''Gitmek istemiyorum Almanya'ya. Yanında kalmak istiyorum.'' diyerek çantasından biletini çıkarıp bana uzattı; ''Al yırt''
Sadece sustum. Çünkü, bir çılgınlık olurdu bu. Hem onun, hem de benim için.
''Sen yola çıkmışsın bir kez. Bu yoldan geri çevirmeğe her ikimizin de gücü yetmez sevgilim!'' diye yanıtladım kızı.
Biletini alıp yeniden çantasına koydum. Yanakları ıslanmıştı. Bir ağacın yamacına oturup doyasıya öptüm onu. Yıllardır hayalinde süslediği Almanya düşünü kendi sevdam uğruna nasıl bir anda yok edebilirdim. Benim ne yarınım belliydi, ne de İstanbul'da kalıp kalmayacağım.
Ertesi gün Sirkeci tren istasyonunda onun dilediği gibi, ona en son el sallayan ben oldum. Tren gözden kaybolana kadar bana veda eden ellerini sallayıp durdu. İnsan hayatında takvim yapraklarının çok büyük önemi var. Daha dün beraber olduğumuz bir insan bir de bakıyorsunuz ki, kuş misali uçup gitmiş.
İstanbul... koca bir şehir... İnsanın gönlünün ta orta yerinde birşeyler kopup gidiverince, dört milyonluk şehir, nasıl da sessizleşiyor...
Martılar çığlık çığlığa... Vapurlar desen öyle... İnsanlar koşuşturuyor sağa sola... Ama nereye?... İki yorgun adım Sirkeci garından şehrin göbeğine doğru süzülürken, şehrin gürültüsü belirginleşiyor birden. Hızlı adımlarla yanımdan gelip geçiyolar... Ama nereye?... O nereye gidiyor ya da gidicek?...
Galata Köprüsü'ne geldim bile...
''Bu kadar uzunmuydu bu köprü''... Kendi kendime bu soruyu sordum... Vücudum ağırlaşmıştı sanki... Yorgun bacaklarım çekmiyordu beni... Oysa daha biraz önce yanıbaşımdaydı...''
Kıvrılıp giden raylar geldi gözümün önüne. Öfkelendim bu pırıl pırıl parlayan demir parçalarına... Soğuk , bir yılan gibi...
''Karnım acıkmış mıydı bilmiyorum. Ceketimin yakalarından dökülen susamları gördüğümde farkettim simit aldığımı... İştahla yutuyordum her lokmayı... Var gücümle yutuyordum lokmaları... Öfkelendiğim zaman böyle olur hep. Anam da böyleydi... Kızdığı zaman, çamaşırları daha temiz yıkadığını söylerdi hep... Hırsını onlardan alır, ovalar da ovalarmış...''
Anam gözlerimin önüne gelince, şehir güzelleşiriverdi biren... Yalnızlığımı unuttum köprü çıkışında... Yaşam her şeye karşın sürüyordu. Acılar ise, yüreğin bir gizli anısı olarak ebediyen hükmünü koruyordu.
Nice yürekler var ki, şu anda nice acıları taşımak zorunda. Toplumun dışında fırlatılmış insanlarla dolu bir yeryüzünde yaşıyoruz. Acaba, burun kıvırdığımız, kınadığımız ve hatta suçlaığımız insanların üzerinde hiç mi günahımız yok. Onların 2. sınıf vatandaş olmalarında hiç mi payımız yok. Çünkü, her insan fiziksel eksikliklerinin ötesinde doğarken eşittir. Hiç bir eşitlik Tanrı'nın eşitliğiyle ve adaletiyle eşdeğerde değildir. İnsan doğar, biçimlenir ve ölür. İşte onu dünyaya getiren nasıl Tanrı kavramıysa biçimlendiren, yönlendiren de toplum ve onun kurallarıdır. Acıklı bir gülümsemeyle yüzümüze bakan insanlarla, sırıtan insanlar arasında dağlar kadar fark vardır. Bireysel bir yararcılıkla çevremizdeki birçok insanın nasıl yaş***** kıydığımızın, bazen umrunu bile duymayız içimizde. Oysa daima, kitlelere mal olmuş mutluluklar, kutsal ve kalıcıdır.
Eğer öykümü baştan aşağa okuduysanız, bu sözlerin anlamını mutlaka algılamışsınızdır. Herkes benim kadar şanslı ve herkes benim gibi ihtiraslı olmak zorunda değildir. Eğer ki, kaderci bir felsefeye sahip olsaydım ve biraz da zayıf iradeli bir insan olarak yetişseydim, kimbilir belki de şu anda bir şarkıcı Ferdi Tayfur değil de, sürünmekte olan milyonlarca insandan sadece biri olurdum. Açlık ve yoksulluk ne bir kader, ne de tanrısal bir buyruktur.
''İstanbul'a giderken otobüste genç bir kızla tanıştım. Konyalı'ydı ve Almanya'ya işçi olarak gidiyordu. Kızla dostluğumuzu hayli ilerlettik İstanbul'da. Ama sonunda bir tren alıp götürdü onu yaban ellere...''
Luna-Park müzikolinde Nurten İnnap'a bağlama çalarken yıllardır düşümü süsleyen amaca doğru ilk adımı attım ''Leyla'' isimli plak doldurdum. İlk kez stüdyoya girdim ve bu plaktan 500 lira para kazandım. Az miktar sattı ilk 45'liğim. Ama yine de patronum kara geçmedi değil. Plak şirketim Saya Plak şirketiydi. Sahibi ise Fahrettin Sayan
Bu plak firmasına tam altı tane plak yaptım . Patron bu plaklarla hayli yükünü tuttu. Ama benim aldığım 500 lirada hiç bir değişiklilk olmadı. Ve altıncı plaktan sonra da Sayan, birgün beni yazıhanesine çağırarak;
''Sen artık sevilmiyorsun. Yedinci plağının satacağını sanmam. Tutulmuyorsun.'' diyerek işime son verdi. Bu sözler beni çok etkilemişti. Adeta kamçılamıştı. İliğime kadar sömürmüş, sonra da bir paçavra gibi fırlatıp atmıştı. Ama, yüreğimdeki duyguları ve öfkeyi hiç bir zaman dudaklarıma yansıtma gücüm yoktu. Boğun eğip kapıdan dışarı çıktım.
Gidip otelime, yatağıma uzandım. Bir sigara yakıp tavana doğru yayılan dumanlara bakarak insanlar karşısındaki aczime küfürler edip durdum. Ama, elden ne gelirdi ki...
Bir gün odamın kapısının altından hışırtılı bir sesle bir zarfı elime aldım. Adana'dan geliyordu. Açıp okudum. Beynimden vurulmuşa döndüm. Başım dönüyordu, ellerimle kayrolanın kenarına güçlükle tutunarak kendiğimi yatağa attım. Hayat sanki eğleniyordu benimle. Ağabeyim Sermet bir iftiraya uğramış ve tutuklanmıştı. Cebinde esrar bulmuş polis. Annemin imzasını taşıyordu satırlar. Her bir sözcükte anamın gözyaşlarını, ümitsizliğini, çöküntüsünü görüyordum. Beni çağırıyorlardı. Hemen çalıştığım gazinoya giderek izin aldım ve hemen Adana'ya yola çıktım. Madem ki ailemin bana ihtiyacı var öyleyse iki elim kanda da olsa gitmem gerkeirdi. Yol boyunca anamın halini düşündüm durdum. Bu yaştan sonra başına bu olayda mı gelicekti. 20 saat sonra Adana garına vardı otobüsüm. Hemen bir faytona atlayıp eve gittim. Anamın eline sarılıp öpmeğe başladım. Bir kalbin ölümüne şahit oldum o gece. Annem konuşmuyordu. Alnında derinin altında gizlenen ve henüz meydana çıkmayan belli belirsiz buruşukluklar bütün yüzünü kaplamıştı. Bütün gücümle yüzüne bakıyor ve o güne kadar bilmediğim çizgiler farkediyordum.
Neden sonra Sermet Ağabeyimin öyküsünü anlattı. Bir süre Adana'da kalmamı ve çalışıp ocaklarına yardım etmemi istedi. Başımıza gelen ani felaket, beni müzikten ve amaçlarımdan koparacak kadar büyüktü.
Kendimi aşılmaz bir duvarın ötesinde görüyor, normal adetler ve normal hayatın diğer tarafta bulunduğunu ızdırapla düşünüyordum.
Adana'nın yabancısı olmadığım bir işte çalışmaya başladım. Tarım işçiliği yapıyordum. Sabahın erken saatlerinde kalkıyor tarlanın başına gidiyordum. Ortalık aydınlanırken 15'er kişilik gruplar halinde bir sıra oluşturur ve kazma, dövmeğe başlardık. Kozaların etrafında kabuk bağlamış bazı yabancı bitkileri toprağı kırarak yok etmeğe çalışırdık. Buna kozaların havalandırma işlemi deniliyordu biz ırgatlarca.
25 yaşına basmıştım artık . Delikanlılık çağımızın çevherini taşıyorduk. İstanbul hayal kent olmuştu benim için. Unutup gitmiştim. Zeren Plak Firması diye bir plak firmasından çağrı aldım. Adanalı bir arkadaşımdı sahibi. Adı yanılmıyorsam Mehmet Zerentürk'dü. Bana plak doldurmamı önerdi. İlk plaklarımı doldurmamdan bu yana, ikibuçuk yıl geçmişti. Yedinci 45'liğimi Zeren Firması adına doldurdum. ''Kaderimsin''. Plak büyük bir ilgi gördü. Özellikle Adana ve yöresinde binlerce adet sattı. Plak kapağının üzerindeki fotoğraflardan tanıyanlar beni birbirlerine gösteriyorlardı.
Ama, talihim kısa sürmüştü ne yazık ki. Firma sahibinin kardeşi bir adam öldürmüş ve o da firmayı kapatmak zorunda kalmıştı. İstanbul'dan dört yıla yakın bir süredir uzak kalmıştım. ''Kaderimsin'' adlı şarkımı dinleyen Kader Plak Firması sahibi bana bir haber yollatıp, İstanbul'a davet etti.
Ve işte yıllar boyu dillerden düşmeyen ''Huzurum Kalmadı'' isimli şarkımı bu plak firmasına okudum;

BİLSEN UZAKLARDA KİMLER AĞLIYOR
GELEMEM SEVGİLİM KADER BAĞLIYOR
GURBET ELLER BANA BİR MESKEN OLDU
GELEMEM SEVDİĞİM FELEK BAĞLIYOR
HUZURM KALMADI FANİ DÜNYADA
YAPIŞTI CANIMA BİR KARA SEVDA

Evet yapıştı canıma bir kara sevda. O karasevda sözcüğü öyle geniş bir içerik taşıyordu ki, bu şarkının sözlerini yazana kadarki olan yaşamımın her kesitinde, her saniyesinde bunu yoğun biçimde duydum. O kara sevda da sevdiğim kızdan tutun da babamın vuruluş olayına kadar her birşey yer alıyordu. Plak istenen satışı yapmış ama yine de istediğim huzura kavuşamıyordum.
1973 yılında ağabeyimle birlikte Adana'nın Hürriyet Mahallesi'nde bir kıraathane açtık. Adını da Ses koyduk. Ağabeyim ve babalığım kıraathaneyi çalıştırıyorlar, ben de durmaksızın eve kapanıp besteler yapıyordum.
Yine aynı yıl şimdi eşim olan Zeliha ile nişanlandım. Bu nişanda ailemin ısrarı büyük rol oynadı. Nişanlımın babası bir inşaat ustasıydı. Sade bir törenle yüzükleri parmaklarımıza geçirdik. Artık omuzlarıma ikinci bir sorumluluk yüklenmişti. Plaklardan kazandığım paraların bir bölümünü eve veriyordum, bir bölümünü de nişanlımla harcıyorduk. Durmaksızın beste yapıyordum. İçimde öylesine yoğun bir birikim vardı ki, elime kağıdı kalemi aldığımda diziler bir su gibi akıyordu kağıt üstüne. İstanbul'dan Görsev plak firmasından bir çağrı aldım. Gittim. iki yıllık bir sözleşme imzaladık. Plak başı bir lira alacaktım. Bu firmaya anlaşmamız süresince 5 tane 45 lik doldurdum. ''Kır Çiçekleri'', ''Bana Gerçekleri Söyle'', ''Postacı'', ''Mahkumların Duası'' ve ''Yüreğim de Yara Var''. Plakların satışı iyi gidiyordu. Patron ayrıca ayda bin lira da maaş bağlamıştı bana. Çünkü 1974 yılında mütevazi bir evlilikle dünya evine girmiştim. Tüm eşyaları taksitle almıştık. Özellikle mobilyacıya büyük borcum vardı.
İki yıl kadar sonra Görsev Plak firmasıyla bir anlaşmazlığımız oldu. Ve oradan ayrılmak zorunda kaldım. aynı plak firmasıyla çalışan İsmail Mersinli'yle çok iyi arkadaş olmuştuk. Kafa kafaya verip onunla Elele adlı bir plak şirketi kurduk. 1975'de, kendi adıma doldurduğum ilk 45'liğim ''Akşam Güneşi'' çok büyük oranda satış yaptı. Sermayemiz kısıtlı ve İsmail ile benim bakmakla yükümlü olduğumuz ailelerimiz vardı. İlk plağımızın iyi satış yapmasına karşın yine de büyük sarsıntılar geçirdik ve sonunda da firmayı kaptmak zorunda kaldık.
Bu arada Elenor plak firması Atilla Alpsakarya ile tanışmıştım. Benim iki bestemi alıp Gülden Karaböceğ'e okutmak istedi. Hiç düşünmeden ''Peki'' dedim. ''Dur Dinle Sevgilim'' ile ''Bana Gerçekleri Söyle'' idi bu şarkılar.
Sonra Elenor Plak Firmasıyla 2 yıllık anlaşma imzaladım. Stüdyoya girip ''Bırak Şu Gurbeti'' adlı plağı okuduğumda Atilla Alpsakarya 25.000 lira avans verdi bana. artık gittikçe adımı duyurmaya başlıyor, ünüm yaygınlaşıyordu. Bu firmaya yaptığım ikinci plağımdan sonra Volkswagen marka bir otomobil aldım. ''Alıştım'' ''Yad Eller'' ve ''Çeşme'' adlı plaklarım bu dönemin en iyi satış yapan 45'likleriydi.
Yalnız plak olarak değil sinema alanından da yoğun öneriler geliyordu. Ancak aynı zamanda menajerim olan Atilla Alpsakarya, film çevirmemin henüz zamanı olmadığını söylüyordu. Benim de bu arada bir kızım olmuştu. Kızım bana çok şans getirmişti.
Soner film markasıyla altı filmliğine bir anlaşma imzaladım. İlkinden 20.000 lira diğerinden de 75.000 lira aldım. İlk filmim ''Çeşme'' idi ve rol arkadaşım da Necla Nazır'dı.
Filmin çekimi Antalya'daydı. Hafızamın alamacağı kadar büyük bir aşk yaşanıyordu kamera karşısında. Ve bu aşk günün birinde özel yaşamımıza da yansıdı.
10 Mart 1977' de ilk filmim Adana 'da gösterildiğinde yer yerinden oynamıştı. Film hiç kimsenin beklemediği gişe rekorları kırıyordu. İşletmeci İzzet Bey, kendi memleketim olduğu için gala yapmamı istedi. Memnuniyetle kabul ettim. Göründüğüm her planda çılgınlarca alkışlanıyordum. Filmin arasında beni sahneye çıkartıp ''Çeşme'' şarkısını okumamı istediler. Ben de kırma***** ilk dörtlüğü okudum.
İlk kızımdan sonra bir kızım daha olmuştu. İki kızım ve bir oğlum vardı. Ailemi İstanbul'a getirtip bir ev tuttum. Gerek plak satışlarımdan, gerekse filmlerden büyük paralar kazanıyordum.
Sürekli teklifler yağıyordu. Adeta halk arasında bir kahraman olup çıkmıştım. 1977'deki ''Derbeder'' filmi ile ünüm daha da artmıştı. Sonra ''Merak Etme Sen'' adlı plağım geldi. Bu şarkım hala dillerde dolaşıp duruyor. Şarkılarımın bazı sözleri halk dilinde günlük konuşmalara bile girmişti.
Çocukluğumda kurduğum düşler gerçek olmuştu artık. Anama verdiğim sözü tutmuştum. Ama herşeye rağmen yine de içimde bir ekisiklik vardı. Öldüğüne bir türlü inanamadığım babamın da bu günleri görmesini isterdim. Sanki günün birinde çok uzaklardan gelip ''Beni kaçırdılar oğlum. Ben başka bir ülkedeydim'' diyerek bizi bağrına basacak, beni alnımdan öpecek gibi geliyor. Nice iyi insanlar var ki, ızdırap içinde ölürler. İşte benim babam da bunlardan biriydi.
Adını aldığım dublaj sanatçısı Ferdi Tayfur kadar belki büyük bir sanatçı değilim. Ama, onun adını ona layık bir biçimde yaşattığım için mutluyum.
Bunca yıl sonra gelişen zenginlik ve şöhret beni şımartmadı, bilakis halen benim çocukluk günlerimin ızdırabı içinde olan insanlara karşı büyük bir zaafım ve ilgim var.
Beni kasetlerimde, filmlerimde kuyruklar oluşturup yalnız bırakmayan beni buralara getiren yüce HALKIMA sonsuz SAYGILAR


Ferdi Tayfur'un Albümleri ve Şarkı Listesi

Acilar I
- Ben kotu isem kader kotu degilmi
- Acilar
- Ne anlami var
- Bir his var
- Oyle sevdimki
- Bir su gibi akti guzel
- Birini ariyorum
- Ya benimsin ya topragin
- Bak benim icin
- Herseyi tanri bilir
- Yuregimde yazdiklarin

Acilar II
- Ihtiyar dost
- Acilar
- Yuregim yarali
- Dinle
- Yetmiyor mu
- Allah sahidim olsun
- Seni benim kadar taniyan olmaz
- Mahkumlarin duasi
- Umitsiz ask
- Acilar (remix)

Affet Allah'im

Aksam gunesi

Alanya'dan esintiler - Kible
- Kible
- Nereden geldin aklima
- Bu bekleyis nereye kadar
- Gulmedi talihim
- Kimin seveni var
- Gulmek yokmus
- Doldurdum kadehimi
- Biktim aci cekmekten
- Dertliyiz
- Ekmek parasi
- Ihtiyar dost
- Olsemde bir kalsamda
- Almanya treni
- Bir gun sen de oleceksin
- Saracak dost eli yok
- Yillanmis sarap gibi
- Bir dost bulamadim
- Cekilir mi gurbet
- Hep kotuluk gordum dostdan dusmandan

Alistim

Allahim sen bilirsin
- Allahim sen bilirsin
- Sanmaki yasiyorum
- Insanim insan
- Oyle sirinsin
- Hatiralar
- Asik oldum
- Bu sehrin geceleri
- Arayacaksin
- Avareyim
- Sen benden dertlisin
- Kapa perdelerini
- Gel

Arabesk ruzgari
- Su basima gelene bak
- Beni aglatmaya kimin hakki var
- Azap
- Kader kurbaniyim

Avrupa konseri
- Benim gibi sevenler
- Derbederim
- Durdurun dunyayi
- Soz gecmiyor gonlume
- Enstrumental
- Batan gunes
- Gonul oyunu
- Merak etme sen
- Yuvasiz kuslar
- Enstrumental
- Mapushane
- Huzurum kalmadi

Azap

Baharimsin kisimsin

- Baharimsin kisimsin
- Bize degmeyen bin yasasin
- Kardes bizim neyimize
- Esir olmusum
- Askinla zehir icerim
- Kadehte teselli buldum
- Genc omrumun taze caginda
- Cok gec anladim
- Kime dert yanayim

Bana da soyle

Bana gercekleri soyle - Umitsiz ask
- Bana gercekleri soyle
- Vicdansiz yarim
- Bedbaht
- Hayal mi oldu
- Umitsiz ask
- Sevenler anlar
- Mahkumlarin duasi
- Mahser gunu
- Takma basina kir ciceklerini
- Dil yarasi derin olur
- Seni gordum, gormez olaydim
- Dertler beni yipratmis

Batan gunes
- Batan gunes
- Askimi inkar ettin
- Hatirlarmisin
- Aklimi basimdan aldin
- Bekledim durdum
- Olur mu boyle olur mu?
- Kara bahtim
- Hayat arkadasi
- Ne senden gecerim
- Kaybolan gunler
- Garipler cile ceker
- Sabir duasi

Batan gunesin krali Ferdi tayfur
- Batan gunes
- Garipler cile ceker
- Vazgec felek
- Su alemi gezerim
- Almanya treni
- Dunya mi karanlik
- Huzurum kalmadi
- Birak su gurbeti
- Hayat arkadasi
- Kara bahtim
- Dilek kapisi
- Dunya ahiret kardesimsin
- Ne senden gecerim
- Tersine dondu carkim

Ben de ozledim I
- Ben de ozledim
- Hasret sancisi
- Sevda yelleri
- Yaraliyim dertliyim
- Olsan benim yerimde
- Kara gurbet
- Tanrim nasil sevdim
- Isyan etme diyorlar

Ben de ozledim II
- Ben de ozledim
- Sevda yelleri
- Gunaha girme
- Yaraliyim dertliyim
- Eller mendiller
- Hasret sancisi
- Kara gurbet
- Tanrim nasil sevdim
- Sabahi olmayan geceler
- Olsan icmez miydin benim yerimde

Beter ol
- Beter ol
- Gelen aglar
- Nasilsa yolcuyuz
- Olduren ask
- Umitlerimi kirmadin mi
- Iki yagmur damlasiyiz
- Sevdigime pisman ettin
- Oh ne iyi ettin
- Gozler neden aglasin
- Meyhane yollarinda

Bir avuc gozyasi
- Zalim sevgilim
- Bir avuc gozyasi
- Bir damla ates
- Yapragi dokulen
- Allah acisin bana
- Anlami olmaz
- Gunaha girme
- Dert kitabi
- Sevginin otesi
- Seherin vaktinde
- Hayat adami oldum
- Senin yerine

Bir damla ates

Bir sen soyle
- Bir sen soyle
- Biktim aci cekmekten
- Almanaya treni
- Olsem de bir
- Sen de oleceksin
- Dost eli yok
- Yillanmis sarap gibi
- Gulmedi talihim
- Kimin seveni var
- Gulmek yokmus
- Doldurup kadehimi
- Dertliyiz
- Hasretin cekilmiyor

Birak su gurbeti
- Birak su gurbeti
- Almanya treni
- Sevdalilar beni anlar
- Ne senden gecerim ne meyhaneden
- Seyyah olup su alemi gezerim
- Huzurum kalmadi fani dunyada
- Nerelerdesin sultanim
- Dunya karanlik
- Bir turlu aklimdan cikmiyorsun
- Bana aci sozler deme
- Bitmeyen cilem
- Sabir duasi
- Kara vicdanli

Bitmeyen cile
- Seyyah oldum
- Ne senden gecerim ne meyhaneden
- Kara vicdanli
- Nerelerdesin sultanim
- Bosuna gizleme benden sirrini
- Bitmeyen cile
- Sabir duasi
- Dunyami karanlik
- Bir turlu aklimdan cikmiyorsun sen
- Uzaklara sesim duyulmuyormu

Bizim sokaklar

Boynu bukuk

Bu gece dugun var
- Utaniyorum
- Bu gece dugun var
- Nasil bakarsin
- Ihtiyar dost
- Soyle bana doktor
- Bosver diyorlar
- Bu dunyanin derdi bitmez
- Iki gozum

Canina okuyacagim
- Canina okuyacagim
- Geri getir
- Elveda mutluluklar
- Anne duy sesimi
- Gencligim
- Sevdigim
- Naz etme
- Uzadi geceler
- Sende
- Suc benim mi
- Bugun sen
- Ah bir cocuk olsaydim

Cesme
- Cesme
- Dur dinle sevgilim
- Kir cicekleri
- Esmerim bicim
- Cok uzgunsun arkadas
- Mecnun gibi gezerim
- Aglatman beni
- Ayrilmayi sen istedin
- Huzurum kalmadi
- Aglatmaya kimin hakki var

Deli gonul
- Allah sahidim olsun
- Deli gonul
- Askinla beni oldurdun
- Kara sevda
- Dilek kapisi
- Derdin nedir sormuyorlar
- Olum vardi ayrilik yoktu
- Dunya ahiret kardesimsin
- Melekler guler yuze
- Tatli cingenem
- Leyla

Derbeder
- Vacgec felek
- Derbeder
- Yagmur gozyasim
- Birak su gurbeti
- Sevdalilar beni anlar
- Gonul oyunu
- Hapishane
- Yadeller
- Sanma sana donerim
- Seninle oyle

Dilek kapisi I
- Askinla beni oldurdun
- Leyla
- Melekler guler yuze
- Derdin nedir sormuyorlar
- Dilek kapisi
- Bu kara sevda
- Yuregimde yare var
- Dunya ahiret kardesimsin
- Bilmemki deli gonul
- Tatli cingene
- Adana barajinda
- Kaderimsin
- Dur dinle

Dilek kapisi II
- Askinla bei oldurdun
- Leyla
- Melekler guler yuze
- Dilek kapisi
- Bu kara sevda
- Yuregimde yare var
- Dunya ahiret kardesimsin
- Bilmemki deli gonul
- Tatli cingene
- Kaderimsin
- Dur dinle sevgilim

Dunya - Bir sarki sec kendine
- Cali (vay beni beni)
- Agla yuregim
- Dar gelir
- Ikimizi ariyorum
- Bir gun beklerim
- Yikilasin be dunya
- Her kadeh
- Yandim anam
- Yagmur camur
- Zaman

Dunya duzenini bozmus
- Dunya duzenini bozmus
- Yine de hazan geldi
- Deli iste senin bu eserin
- Teselli dagitanlar
- Randevu
- Kalbimdeki serseri
- Yasamak olumden zor meyhaneci
- Sevene can kurban
- Bitmeyen cile
- Allaha nasil hesap vereceksin
- Dunyanin en dertlisi
- Bir gun sen de oleceksin

Durdurun dunyayi
- Durdurun dunyayi
- Gelemiyorum
- Bitmeyen o uzun geceler
- Canima yetti kader
- Intizar
- Bu gece meyhanede
- Sevmek gunahmi
- Yuregimde yare var
- Tovbekar oldum
- Sanma sana donerim
- Kaderin onunde
- Seninle oyle

Durun ayaklarim
- Evde yoktun
- Durun ayaklarim
- Bir cay icimlik
- Bu bana yeter
- Bu aleme geldim
- Ah aksamlar
- Of anam of
- Gecer guzelim
- Neden olmasin
- Inadi birak

Ekmek parasi
- Ekmek parasi
- Olsem de bir kalsam da bir
- Mektupsuz birakma
- Aglamazsam uyuyamam
- Tersine dondu carkim
- Murat
- Isyanim var
- Nedir benim gunahim
- Aglamayan ne bilir ki
- Teselli ariyorum
- Bir gun sende oleceksin
- Bitmeyen cile
- Garip
- Ask yarasi

Elveda mutluluklar
- Nasil sevdim
- Ne cikar
- Ah annem
- Elveda mutluluklar
- Gencligim
- Her saat basinda
- Icmedigin gun mu var
- Iki gozum
- Canimin ici
- Isyan etme diyorlar

Ferdi Tayfur - Huri Sapan
- Deli gibi sevdim
- Dertli dunya
- Seni Allah gonderdi
- Bir sans daha
- Gelde gidiver
- Askin cehennem olsa
- Cesme
- Muhtac etme beni
- Sevdalilar beni anlar
- Birak su gurbeti
- Cicekler acsin
- Aksam gunesi

Ferdi Tayfur 1

Ferdi Tayfur 2

Ferdi Tayfur 3
- Aglamazsam uyuyamam
- Yadeller
- Alistim
- Sevdalilar beni anlar
- Kader bagliyor
- Gelme artik
- Bir gun gelir ayrilirsan
- Yagmur gozyasim
- Cesme
- Muhtac etme beni
- Birak su gurbeti
- Sevgili yarim

Ferdi Tayfur 4
- Benim gibi sevenler
- Soz gecmiyor gonlume
- Kaderimsin
- Kalp yarasi
- Dertsiz olsam icermiyim
- Hatira defteri
- Almanya treni
- Inanmadin sevdigime
- Beddua
- Hayat adami oldum
- Sevgili yarim
- Alistim
- Yagmur gozyasim

Ferdi Tayfur 5
- Vazgec felek
- Serseri dediler gucenmedim
- Tersine dondu carkim
- Bir gun sende oleceksin
- Bu kara sevda
- Dilek kapisi
- Tatli cingenem
- Kaybolan baharim
- Nasihat
- Adana'nin barajinda
- Dunya ahiret kardesimsin
- Leyla
- Askinla beni oldurdun
- Derdim nedir sormuyorlar
- Melekler guler yuze

Ferdi Tayfur '77
- Huzurum kalmadi
- Gelme artik
- Bir gun gelir ayrilirsan
- Sevgili yarim
- Kalp yarasi
- Almanya treni
- Beddua
- Kaderimsin
- Hatira defteri
- Dertsiz olsam icermiydim
- Inanmadin sevdigime
- Hayat adami oldum

Ferdi Tayfur '77 - Huzurum kalmadi
- Huzurum kalmadi
- Gelme artik
- Sevgili yarim
- Kalp yarasi
- Almanya treni
- Beddua
- Kaderimsin
- Hatira defteri
- Inanmadin sevdigime
- Hayat adami oldum

Ferdi Tayfur '78 - Batan gunes
- Batan gunes
- Hatirlarmisin
- Aklimi basimdan aldin
- Bekledim durdum
- Olur mu boyle olur mu
- Kara bahtim
- Ne senden gecerim
- Kaybolan gunler
- Garipler cile ceker
- Sabir duasi

Ferdi Tayfur baglama ile ozel
- Birak su gurbeti
- Almanya treni
- Sevdalilar beni anlar
- Ne senden gecerim
- Seyyah olup su alemi gezerim
- Huzurum kalmadi
- Dunya mi karanlik
- Bir turlu aklimdan cikmiyorsun
- Bana aci sozler deme
- Bitmeyen cile
- Sabir duasi

Ferdi Tayfur ozel I
- Azap
- Bu dunyada rahat yok sevene
- Son bir sozum var
- Aglamaya paydos
- Gariplerin dunyasi
- Felek kime yar olmuski
- Ben bir gurbetciyim
- Olmuyor sabahlar
- Sevdigime pisman ettin
- Allaha nasil hesap vereceksin

Ferdi Tayfur ozel II
- Iki kalp bir araya
- Aglamaya paydos
- Felek kime yar olmus ki
- Bu dunyada rahat yok sevene
- Kader ayirdi ikimizi
- Ne tastan kalbin varmis
- Gitme uzaklara dedim
- Kirdin dallarimi
- Gariblerin dunyasi
- Bir garibi diye
- Ciceklerden daha guzel kokar
- Mecnun oldum dustum cole
- Gonul ne kahve ister

Ferdi Tayfur ve onlar
- Gittin de sevgilim
- Bunca yildir yasadigim
- Bir ben olaydim

Ferdifon'dan secmeler 1
- Tiryaki
- Gelde kahrolma
- Bir ilkbahar sabahi
- O adam benim
- Unutmak kolay mi
- Nokta noktam
- Utaniyorum
- Bu Hayati sevmiyorum
- Basimizda kavak yeli
- Bu gece dugun var
- Nikah
- Dokunsalar aglayacagim
- Gonul defteri

Ferdifon'dan secmeler 2
- Gitmeyin yillar
- Kolay degil
- Gel de kahrolma
- Sonumu dusunuyorum

Ferdifon'dan secmeler 3
- Emanet gibi
- Kader kotu degil mi
- Birini ariyorum
- Yaktin guzel
- Caresiz asiklar
- Suc olmus sanki
- Beni aglatmaya
- Yagdir mevlam
- Almanya
- Neresinde
- Dag ruzgari
- Oyle yesil
- Biri vardi
- Potpori
- Bir zamanlar bir yar vardi
- Yalan gozlerin
- Dusmanlarim catlasin
Ferdifon'dan secmeler 4
- Her seyi bitirdik
- Goster
- Su basima gelene bak
- Kader kurbaniyim

Ferdifon'dan secmeler 5
- Oldu mu
- Iki yabanciyiz
- Bir mucize yarat
- Sisli bir gece
- Ayten
- Beni anlayamadin
- Olsem bundan daha iyi
- Saskin
- Ayrilacagim
- Unutma ki

Gelirsen - Bana da soyle
- Gelirsen
- Bana da soyle
- Sen olacaktin
- Unutmak istiyorum
- Beni dusun
- Ne oldu
- Sevdali gozlerim
- Cano
- Esin ruzgarlar
- Bunu senden beklemezdim

Gitme yarim
- Gitme yarim
- O adam benim
- Her saat basinda
- Bir tanem
- Bana bir seyler soyle
- Gurbetciler
- Hakli degilmi
- Ne cikar
- Kible
- Nerden geldim aklina

Gulhane'den sevgilerle
- Allahim sen bilirsin
- Avareyim
- Bir duamiz vardi
- Nisan yagmuru
- Ya benimsin ya topragin
- Sende mi Leyla
- Zamansiz gidisin
- Merak etme sen
- Su genc omrumun
- Anne
- Ah bir cocuk olsaydim
- Cesme
- Bizim sokaklar
- Ben de ozledim
- Gel

Haram oldu
- Haram oldu
- Senin icin
- Bizim sokaklar
- Iki hasret
- Canimin ici
- Yabancinmiyim
- Gittin de sevgilim
- Bilemezsin
- Aski bana anlatma
- Ben olaydim

Herseyim sensin

Hoscakal
- Hoscakal Leyla
- Bir mucize yarat
- Dondum durdum
- Durup dururken
- Baslamak niye
- Cicekli fistan (allaniyorsun)
- Bana sor
- Hatiran yeter
- Yanmisim
- Sevebilseydin
- Kalbimi caldin

Huzurum kalmadi

Icimde bir his var - Ya benimsin ya topragin
- Icimde bir his var
- Sevgiler cicek gibi
- Sitem
- Neden
- Gonlumun sultani
- Ya benimsin ya topragin
- Bir yabanci gibi
- Yuregin tas olsada
- Bilmece
- Saklama sevdigini

Ihtiyar dost

Inceden
- Sen gittin
- Tovbekar
- Icime dogmustu sanki
- Aramizda engeller var
- Yakti beni
- Canima yetti kader
- Ne senden gecerim
- Inceden yar
- Ben aglarim
- Hayat adami

Insan sevince I
- Nisan yagmuru
- Olmaz olsun
- Sevginin otesi
- Yapragi dokulen
- Dert kitabi
- Vazgec felek
- Sevdalilar beni anlar
- Kosturdun pesinden
- Ask aci saraptir
- Insan sevince
- Anlami olmaz
- Senin yerine
- Derbeder
- Aglamazsam uyuyamam

Insan sevince II
- Olmaz olsun
- Insan sevince
- Sevginin otesi
- Keman taksimi
- Kosturdun pesinden
- Dert kitabi
- Bu gunler yasanacak
- Beni hasta ettin
- Yalan gozlerin
- Soyleyin yildizlar
- Derbederim (baglama taksimi)
- Gozlerimin yasini
- Ah bu dunya

Insan sevince III
- Insan sevince
- Kosturdu pesinden
- Ask aci saraptir
- Anlami olmaz
- Senin yerine
- Sevginin otesi
- Olmaz olsun
- Nisan yagmuru
- Yapragi dokulen
- Dert kitabi

Kaderimsin

Kalbimdeki aci

Kaybolan bahar
- Yemin ederim
- Pisman olsam
- Son bir sozum
- Olmuyor sabahlar
- Sen insani oldurursun
- Icim yaniyor
- Kendin aldin
- Ben bir garip gurbetciyim
- Ahim tutatcak seni
- Sevdigini dusunur garip

Kir cicekleri

Kral'in anilari
- Mahkumlarin duasi
- Mahser gunu
- Dur dinle sevgilim
- Sana kaderimsin dedim
- Ne bilirdim ki
- Kir cicekleri
- Yuregimde yare var
- Bana gercekleri soyle
- Sakin dusme
- Postacilar

Kurtuldum
- Kurtuldum
- Her saat basinda
- Bana bir seyler soyle
- Yasli gozlerle
- Herseyim sensin
- Gitme yarim
- Hakli degilmi
- Ne cikar
- Bir tanem
- Gurbetciler

Leyla

Mahkumlarin duasi
- Mahkumlarin duasi
- Sana kaderimsin dedim
- Dur dinle sevgilim
- Kaderimsin
- Sakin dusme
- Mahser gunu
- Cicekler acsin
- Kir cicegi
- Aksam gunesi
- Bana gercekleri soyle
- Ne bilirdimki
- Yuregimde yare var
- Sevgili yarim

Mapusane
- Hapishane
- Ask dilencisi
- Gonul ne kahve ister
- Cesme
- Felegin isine bak
- Kader bagliyor
- Gonul oyunu
- Mecburen
- Kalb yarasi
- Kaderimsin
- Gelme artik
- Hatira defteri

Merak etme sen
- Merak etme sen
- Cesme
- Durdurun dunyayi
- Boynu bukugum
- Muhtac etme
- Benim gibi sevenler
- Soz gecmiyor gonlume
- Alistim
- Aglamazsam uyuyamam
- Soz veriyorum

Merak etme sen - Bu son sabah
- Merak etme sen
- Bu son sabah
- Seherin vaktinde
- Mecburen
- Sanma sana donerim
- Yuregimde yara var
- Icime dogmustu sanki
- Soz veriyorum
- Koparma gulleri
- Ne dersin
- Allah acisin bana
- Felegin isine bak
- Bu gece meyhanede
- Benim aklim alacaksin

Mor guller - Fadime'nin dugunu
- Fadime'nin dugunu
- Icim yanar
- Bari sen
- Hayirsiz
- Mor guller
- Ben de unuturum
- Sana ne
- Ben sadece

Naz etme - Canina okuyacagim
- Naz etme
- Canina okuyacagim
- Geri getir omrumu
- Anne, duy sesimi
- Elveda gencligim
- Sevdigim
- Uzadi geceler
- Sende
- Cocuk olsaydim
- Bugun sen
- Gencligim
- Suc benim mi

Nisan yagmuru I
- Nisan yagmuru
- Dert cekmeyen
- Bosver diyorlar
- Icmedim gun mu var
- Seviyor musun sevmiyor musun
- Yagmur yagan gunlerde
- Bu gunler yasanacak
- Keman taksimi
- Bu dunyanin derdi bitmez
- Ah annem
- Iki gozum
- Bu nasil dunya

Nisan yagmuru II
- Nisan yagmuru
- Bu dunyanin derdi bitmez
- Bu gunler yasanacak
- Yagmur yagan gunlerde
- Bu nasil dunya
- Ah annem
- Iki gozum
- Dert cekmeyen ne bilir
- Seviyormusun, sevmiyormusun?
- Icmedigim gun mu var
- Bosver diyorlar
- Durdurun dunyayi

Of daglar
- Of daglar
- Donebilsem
- Sen gittin ya
- Firari
- Dudagi ballim
- Ayri ayri
- Beni boyle sensiz
- Hani donecektin
- Derdin ne
- Ben anadan dogma yarali
- Yar eyledim

Olmaz olsun

Postacilar I
- Postacilar
- Sana kaderimsin dedim
- Mahkumlarin duasi
- Mahser gunu
- Cicekler acsin
- Dur dinle
- Kir cicekleri
- Sakin dusme
- Ne bilirdim ki
- Yuregimde yara var
- Aksam gunesi
- Bana gercekleri soyle

Postacilar II
- Postacilar
- Sana kaderimsin dedim
- Mahkumlarin duasi
- Mahser gunu
- Cicekler acsin
- Kir cicekleri
- Sakin dusme
- Ne bilirdim ki
- Yuregimde yare var
- Aksam gunesi

Prangalar
- Emmoglu
- Gecen yil
- Dedikodu
- Prangalar
- Bir bilsen
- Kanayan gul (yine sensiz)
- Sabahci kahvesi
- Sen nerdesin ben nerdeyim
- Gittin o gidis
- Yuregimde carpiyorsun

Sakin dusme
- Sakin dusme
- Kir cicekleri
- Ne bilirimki
- Yuregimde yara var
- Bana gercekleri soyle
- Postacilar
- Sana kaderimsin dedim
- Mahkumlarin duasi
- Mahser gunu
- Dur dinle

Sen de mi Leyla I
- Sen de mi Leyla
- Can birakmadin
- Mimar
- Bir adim atip da
- Yildizlar da kayar
- Seni dilendim
- Seni dusunuyorum
- Yolun sonu

Sen de mi Leyla II
- Sen de mi Leyla
- Seni dilendim
- Can birakmadin
- Nasil bakarsin
- Soyle bana doktor
- Yildizlar da kayar
- Mimar
- Yolun sonu
- Bir adim atipta
- Seni dusunuyorum

Sevgiler cicek gibi

Sizin sectikleriniz I
- Bende ozledim
- Bir adim atipta
- Bu dunyanin derdi bitmez
- Bu nasil dunya
- Hasret sancisi
- Kara gurbet
- Mimar
- Nisan yagmuru
- Olsan benim yerimde
- Yakti beni
- Yaraliyim dertliyim

Sizin sectikleriniz II
- Bana gercekleri soyle
- Canima yetti kader
- Gelin mi oluyorsun
- Haram oldu
- Huzurum kalmadi (gurbet elde)
- Isyankar
- Kader
- Leyla
- Naz etme
- Suc benim mi
- Yeter (sira daglar)
- Yuvasiz kuslar

Son sabah
- Son sabah
- Seherin vaktinde
- Mecburen
- Sanma sana donerim
- Yuregimde yara var
- Felegin isine bak
- Koparma gulleri
- Bu gece meyhanede
- Ne dersin
- Allah acisin bana
- Icime dogmustu sanki
- Benim aklim alacaksin

Tiryakiyim
- Tum ayriliklara tiryakiyim
- Isyankar
- Kader
- Acilmadim guller gibi
- Soyle nazar mi oldu
- Bunca yildir yasadigim
- Gittin de sevgilim
- Ben olaydim
- Gurbet elde
- Kiymetini bilemedim

Utaniyorum

Yadeller

Yakti beni
- Yakti beni
- Gonul yorgunu

- Sen mutlusun ben perisan
- Sen de bilirsin
- Benziyor (Menekseler laleler)
- Benim hayatim
- Sensin tesellim
- Soyleten sensin
- Cok iyi dusun
- Gunahin bana kaldi
- Zamani miydi
- Herkes ogrensin

Yakti beni
- Yakti beni
- Gonul yorgunu
- Sen mutlusun ben perisan
- Soyleten sensin
- Zamanimiydi
- Sensin tesellim
- Sende bilirsin
- Cok iyi dusun
- Gunahim bana kaldi
- Menekseler laleler

Yoksun - Kor talih
- Yoksun
- Kor talih
- Bagbozumu
- Gorseydin halimi
- Deli ask
- Ver
- Ne zaman
- Sensin
- Ne guzeldi
- Yanar

Yuregimde yara var

Yuvasiz kuslar
- Yuvasiz kuslar
- Gelin mi oluyorsun
- Canima yetti kader
- Tovbekar
- Aramizda engeller var
- Yeter
- Leyla
- Beddua
- Seninle oyle
- Umit dolu yillarim

Zaman tuneli - Arsiv I
- Cesme
- Hapishane
- Huzurum kalmadi
- Batan gunes
- Derbeder
- Birak su gurbeti
- Benim gibi sevenler
- Alistim
- Merak etme sen
- Nisan yagmuru
- Durdurun dunyayi
- Ben de ozledim

Zaman tuneli - Arsiv II
- Son sabah
- Vazgec felek
- Bana gercekleri soyle
- Yeter
- Gonul oyunu
- Kosturdun pesinden
- Yuvasiz kuslar
- Izdirap cemberi
- Koparma gulleri
- Sende mi Leyla
- Yuregimde yara var
- Cicekler acsin

Zaman tuneli - Arsiv III
- Aksam gunesi
- Hatirlarmisin
- Kaderimsin
- Soz veriyorum
- Dur dinle
- Ne bilirdim ki
- Solo gitar
- Postacilar
- Sevdalilar beni anlar
- Yildizlar da kayar
- Kara benim bahtim
- Sevda yelleri
- Yagmur gozyasim

Zengin olursam
- Zengin olursam
- Bu sehir
- Yastigim tas olmus
- Goremedim
- Sigarayi biraktim
- Layik mi gordun
- Yag yagmur
- Duyuramam
- Ayrilacagim
- Yas mi var

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol